Türkiye ile Libya arasında, Doğu Akdeniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin mutabakat muhtırasının imzalanmasıyla, bölgede güç dengelerini değiştiren yeni bir jeostratejik durum ortaya çıktı.
Türk diplomasisinin bu hamlesinin bölgesel platformdaki yansımaları önümüzdeki haftalarda ve aylarda çok
konuşulacak ve şimdiden
kestirilmesi zor önemli gelişmelere yol açacaktır.
Şu anda bu mutabakatla, bir süre önce Kıbrıs etrafındaki sularda gözlenen sürtüşmenin sınırları daha geniş bir alana yayılmış ve çeşitli ülkeleri içine alan bir cepheleşmeye yol açmış görünüyor.
Sonra aynı anlaşma, Türkiye’nin artık Doğu Akdeniz’de önemli bir aktör olduğunu, buradaki haklarını ve varlığını korumaya kararlı olduğunu da açıkça ortaya koymuş oluyor.
Hak hukuk meselesi
Türk-Libya anlaşmasının yarattığı fırtınanın bir hukuki yönü vardır, bir de siyasi boyutu.
Hukuki açıdan Türkiye’nin argümanı, Libya ile imzalanan anlaşmanın uluslararası deniz hukukuna tamamen uygun olduğu temeline dayanıyor. Bu anlaşma, halen bir iç savaş nedeniyle ikiye bölünmüş de görünse, Libya’nın BM tarafından da tanınan meşru hükümetiyle imzalanmıştır. Türkiye ve Libya, iki egemen devlet olarak, deniz yetki alanlarını belirlemek, münhasır ekonomik bölge ilan etmek hakkına sahiptir.
Türkiye’nin bu argümanı, Kıbrıs Rum Yönetimi’nin ve Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’de kendi kontrolleri altında tutmak ve Ankara’yı dışlamak niyetlerini bloke etmektedir.
Yunan tarafının ve ona arka çıkan AB ülkelerinin hukuki argümanı ise, Türk-Libya mutabakatının uluslararası deniz hukuku sözleşmeye aykırı olduğu yönündedir. Buna göre kıta sahanlığı ve kara suları gibi kriterlerin ışığında, Türkiye’nin Libya ile birlikte Doğu Akdeniz’de böyle bir yetki sınırlaması yapmaya hakkı yoktur.
Yunanistan bu gerekçelerle meseleyi Lahey Adalet Divanı’na götürmek niyetinde. Ancak bunun gerçekleşmesi için Türkiye’nin de rızası şart. Bunun olması ihtimali zayıf.
1982’de BM tarafından uzun yazışmalardan sonra kabul edilen sözleşme, aslında her iki tarafın da referans gösterdiği bir belgedir. Ne var ki her taraf kendi görüşü doğrultusunda bir değerlendirme yapıyor. Tıpkı BM’nin diğer birçok kararları hakkında olduğu gibi...
Siyasi boyut
Meselenin siyasi boyutuna gelince: Gelişmeler, bölgede yeni gerginliklere, hatta çatışma risklerine işaret ediyor.
Atina Türk-Libya anlaşmasını uluslararası platformlara taşıyarak bir baskı unsuru yaratmak peşinde. Fransa ve İtalya gibi bazı AB üyelerinden destek alıyor. Mısır ve diğer bazı Ortadoğu ülkeleri de Doğu Akdeniz’deki Kıbrıs Rum-Yunan eksenindeki bir
grubun içinde.
Türkiye ise Libya ile güvenlik ve askeri iş birliği anlaşması imzalamış vaziyette. Ankara, El Sarraj yönetimini korumayı üstlenmiş bulunuyor. Ancak Libya’da iç siyasi istikrarsızlığın nasıl gelişeceği belli değil. Dış güçlerin ve özellikle ABD ile Rusya’nın bu konuda nasıl davranacağı çok önemli.
Aslında Doğu Akdeniz’in, sahip olduğu zengin kaynakları nedeniyle, bölge ülkelerinin ve özellikle Türk ve Yunan tarafının birlikte çalışmalarını gerektirir. Bu ilişkiler “kazan-kazan” esasına dayanmalı. Doğu Akdeniz’deki yeni gerçek, şimdiki anlaşmazlığın en akılcı ve doğru çözümünün siyasi diyalogdan geçtiğini gösteriyor.