Önceki gün başlayan “Barış Pınarı” harekâtı çerçevesinde, Mehmetçik Kuzey Suriye’de, Fırat’ın doğusunda ilerleyişini başarıyla sürdürüyor.
ABD Başkanı Donald Trump’ın kararıyla, Amerikan askerlerinin çekilmesi üzerine TSK tek başına YPG ile savaşıyor.
Askeri cephede, YPG’nin TSK’nın üstün gücü karşısında fazla dayanamayacağı, sonuçta bölgenin Türk kontrolüne geçeceği kuşkusuz.
Bunun bir de diplomatik cephesi var, Türkiye bu alanda da mücadele etmek durumunda. Ankara bu cephede de yoğun çaba içinde.
Türkiye’nin giriştiği bu askeri operasyona dış dünyadaki tepkilerinin çoğunlukla olumsuz olduğu bir gerçek. Bu durum Türk diplomasisini epey uğraştıracağa benziyor.
Çatlak sesler
Konuyla ilgili olarak duyulan çatlak seslerden biri de ABD’den geliyor. Trump’ın Türkiye’nin tezine anlayış göstermesine ve aldığı kararla TSK’nın müdahalesine yeşil ışık yakmış olmasına rağmen, son sarf ettiği “operasyonun kötü bir fikir” olduğu ve ABD’nin bunu “desteklemediği” gibi sözleri, onun tutarsızlığının bir göstergesidir. Bu durumda ABD’nin politikasının olaylar karşısında nasıl gelişeceği büyük soru işareti.
Bu arada Kongre’den, üstelik hem Demokratlardan, hem Cumhuriyetçilerden gelen çatlak sesler (örneğin olası bir ambargo konusunda) Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceği açısından endişe vericidir.
Avrupa’dan gelen tepkiler ise daha da sert. AB Türkiye’nin bu harekâtı durdurmasını istiyor. Fransa’dan Hollanda’ya kadar birçok ülke “ciddi endişelerini” belirterek aynı çağrıda bulunuyor. Fransa’nın isteği üzerine, BM Güvenlik Konseyi “Türk istilası”nı görüşmek üzere olağanüstü toplanıyor. BM Genel Sekreteri ve diğer birçok uluslararası kurumun liderleri, TSK’ya “dikkatli ve ölçülü” hareket etmesi, sivillere zarar vermemesi tavsiyesinde bulunuyor: Arap Birliği de bu eleştirilere ve çağrılara katılıyor.
Olaylara kendi çıkarları doğrultusunda farklı bakan Rusya Türkiye’nin bu harekâtının nedeni olan endişelerini haklı görüyor, ama o da Suriye’nin egemenlik hakkını da hatırlatıyor.
Neden karşı çıkılıyor?
Türkiye’nin bu askeri müdahalesine karşı çıkan ülkelerin çoğunun öne sürdüğü gerekçeler şöyle özetlenebilir:
1) Harekâtın söz konusu bölgeyi istikrarsızlaştıracağı, yeni göçlere sebep olacağı, ayrıca IŞİD mahkûmlarının serbest bırakılacağı endişesi.
2) Kürtlere beslenen sempati, bu arada ABD’nin Suriye Demokratik Güçleri’ni kendi kaderine terk etmesinden duyulan üzüntü.
3) Buna bir de Batı’da Türkiye’ye olan güvenin azalması, ön yargıların ve Türkofobi duygularının artmasını da eklemek lazım.
Ne yapılır?
Bu durum karşısında diplomasi cephesinde Türkiye kendi pozisyonunu ve harekâtın gerekçelerini dünyaya iyi anlatmak zorunda. Bu kuşkusuz etkin bir kamu diplomasisi ve tanıtma kampanyasıyla yapılır. Toplumun çeşitli kesimlerinin de buna aktif katılımı şart.
Tepkilere karşı “Bu ne yazar” deyip kayıtsız kalmak kadar, herkesle kavgalı duruma düşürecek bir sertlik göstermek de ters sonuç verir. Askeri cephedeki kazanımı pekiştirmenin yolu, başarılı bir diplomasi yürütmektir.