Türkiye son zamanlarda Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de jeostratejik dengeleri değiştiren ataklarına tepki olarak siyasi alanda yoğun bir uluslararası kampanyayla karşılaşıyor.
Türkiye’nin güce dayalı çıkışlarına karşı çıkanlar, bu kampanyalarında daha çok uluslararası diplomasi, ekonomi, propaganda gibi enstrümanlar kullanıyorlar.
En son örnek, Doğu Akdeniz kriziyle ilgili. Türk-Libya anlaşmasından sonra, Yunanistan-Kıbrıs Rum Yönetimi ikilisi, öngörülen yeni düzenlemenin hayata geçirilmesini engellemek için, konuyu uluslararası platformlara taşıdı. Bu girişim sonunda AB, bu iki ülkesine destek verdi, onlarla dayanışma halinde olduğunu beyan etti ve Ankara-Trablus mutabakatının yasa dışı olduğunu öne sürdü. Fransa başta olmak üzere birçok AB ülkesi ayrıca Türkiye’nin bu çıkışına karşı bir tavır sergiledi. Konu Yunanistan ve Mısır tarafından BM’ye taşındı ve sözü geçen anlaşmanın BM’nin daha önce kabul ettiği deniz hukuku sözleşmesine aykırı olduğu belirtildi.
Önümüzdeki günlerde ve haftalarda daha da yoğunlaşacağı anlaşılan bu kampanyanın amacı, Türkiye ve Libya üzerinde baskı yapmak, onları izole etmek ve böylece bu planı bozmaktır.
Türkiye’nin Suriye’de uyguladığı güç politikası için de benzer bir durum var. Türkiye giriştiği askeri operasyonlarla sahada fiili bir durum yaratabildi, kontrol altına aldığı bölgelerden YPG’yi sildi, güvenli bölge planına yönelik önemli bir mesafe kat etti. Bu yeni realite Moskova ve Washington tarafından kabul edildiği halde, ABD Kongresi’nden Avrupalı liderlere kadar birçok yerden sert tepkiler gelmeye devam ediyor. Bu nedenle Türkiye’ye karşı silah veya ekonomik ambargo uygulamak isteyenler var. Dolayısıyla, Türkiye’nin Suriye’deki güç kullanma stratejisi de, uluslararası arenada bir kampanyayla karşılaşıyor.
Salı günkü yazımızda belirttiğimiz gibi, Türkiye dış meselelerde “sert güç” yönetimine başvurmak, yani gerektiğinde askeri kudretini göstermek veya kullanmak ihtiyacını duyuyor.
Doğu Akdeniz’de önce Kıbrıs sularında, şimdi de Libya açıklarında uyguladığı strateji budur. Ancak bu, Türkiye’nin diplomasiyi göz ardı ettiği, meseleleri konuşarak çözümlemek istemediği anlamına gelmez. Nitekim son günlerde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere hükümet yetkilileri, Doğu Akdeniz’deki her iki meselede de müzakerelere ve barışçı bir çözüm arama girişimlerine açık olduklarını vurguladılar. Yani Ankara diplomasi cephesinde “yumuşak gücünü’’ kullanmaya hazır görünüyor.
Uluslararası camia ve özellikle Türkiye’nin son hamlelerine karşı kampanya yürütenler bu çağrıyı ciddiye almalı, bu fırsatı iyi değerlendirmelidir. Tek yanlı kararlarla, kınama beyanlarıyla, diplomatik ve ekonomik baskı tehditleriyle bir yere varılamayacağı açıktır. Bu tür davranışların fazla bir kıymeti harbiyesi yoktur. Olsa olsa gerginlikleri, huzursuzlukları artırır. Hatta sahada “kaza sonucu” da olsa, silahlı çatışma riski yaratır. Mevcut dostluklar çöker, yeni düşmanlıklar doğar. Bunun maddi manevi maliyeti herkes için ağır olur.
Bu nedenle bir an önce yapıcı bir diplomasiye dönmekte büyük yarar vardır...