Prof. Dr. Nuran Yıldız

Prof. Dr. Nuran Yıldız

nuran@nuranyildiz.com

Tüm Yazıları

Sosyal medya hesabımdan mesaj yağmuruna tutuluyorum. Hepsi aynı şeyi söylüyor, “Neler oluyor? Kafamız çok karışık.” Güven konusunda referans olabilmiş herkes, benzer mesajları alıyordur. 

İnsanlar dörde ayrılıyor; Gözaltı kararlarını haklı bulanlar, komplo olduğuna inananlar, tepkisel tavır alanlar ve kafası karışıklar. 

Olup biteni haklı bulanlar, “komplo” diyenlere, “Gerçekleri bilsen böyle düşünmezsin” diyorlar. Komplo olduğuna inanlar da haklı bulanlara aynı cümleyi kullanıyorlar. 

Kafası karışıklar ise güvenilir kaynaklardan kendilerine bir şey denmesini bekliyorlar. Onlara hep aynı cevabı veriyorum: “Sakin.” 

Haberin Devamı

Öfkeyle kalkıp zararla oturulacak günler değil. Ülkemize ve insanlarımıza zarar gelmemesi için herkesin herkese sağduyu telkin etmesinin gerektiği günler. Medyanın sağduyulu davranması gerek. Ortam hassas. Karmaşadan sadece provokasyondan beslenenler kârlı çıkar. 

Her şey hızla değişiyor. Gündemi takip etmek bile insanı bitap düşürmeye yetiyor. Ortada bilgi yok. Yeni teknolojilerin datanın çok, bilginin yok olduğu bir ortam yarattığı açık. Böyle zamanlarda güvenilir kaynaklar doğru bilgiyi paylaşmazsa, ortam dezenformasyona ve manipülasyona açık hale gelir. 

Hukuki süreç ve kanıtlar netleşene kadar masumiyet karinesini unutmamalıyız. Zira yakın geçmişte, FETÖ sürecinde bunun acısını çektik. Yaşadık. Şahsen ben, itibarsızlaştırma saldırılarına “bunlar gerçek değil” diye çırpınsam, kendimi savunsam da sesimi, sesimizi duyuramamıştık. Ali Tatar gibi Türk ordusunun onurlu bir askeri intihar etmişti. 

Ve fakat, önemli bir soruyu atlayamayız: Ülkenin kurucu partisi, İstanbul’dan Ankara’daki kurultaya kadar nasıl parasal ilişkilerin, suçlamaların konusu olacak noktaya getirilir? 

Mustafa Kemal’in, 6 Aralık 1922’de “Bütün sınıfları kuşatan, onların sözcüsü olan, ancak sınıfsal olmayan bir parti olmalıdır” dediği CHP’nin, kayyum atanmasının konuşulduğu bir parti haline getirilmesi üzücü. Kuruluş tüzüğünde “Bir devrim partisidir. Partiden olanların gerçekten halkçı olmaları şarttır” ifadesi yer alan CHP, nasıl olur da dünyada ve ülkedeki tüm ekonomik, siyasi konulara kayıtsızca son üç yılını, kimin hangi koltuğa oturacağı konusuyla geçirebilir? Neden son 20 yılda “Erdoğan karşıtlığı” dışında, umut vadeden politika geliştiremez? 

Haberin Devamı

İktidar olacak partilerin ya güçlü liderleri ya da güçlü “dava”ları olur. AK Parti ikisine de sahip olduğundan iktidarı kaybetmiyor. CHP ise kuruluşundaki güçlü “dava”sının altını çizen bir yönetim ve iletişim anlayışı yerine kişilere odaklı siyaseti seçerek, kaderi kuruluş iradesindeki “dava”sıyla değil, yolsuzluk iddialarıyla belirlenen bir yapıya dönüştü. 

Herhangi bir örgütte “dava”nın yapıştırıcılığı olmazsa iç çatışmalar meydana gelir. Son olayların dava dosyalarındaki gizli tanıkların bizzat CHP’nin en önemli isimleri olduğu söylentileri ortalıkta dolaşıyor. 

Sözün özü, vatanını seven herkes sakince süreci beklemeli. 

İletişim notları 

Bir, sokağa dökülen gençlere kulak vermek öncelikli iş olmalı. Protestocuların çoğunluğu İmamoğlu’nu savunmak için değil, muhalefetin bıraktığı boşluğu doldurmak için sokaklara çıkıyorlar. Saraçhane önünde “Özgür Özel gelsene, biber gazı yesene!” diye bağırıyorlar. Onların gelecek endişelerine, demokrasi kaygılarına cevap vermek gerek. 

Haberin Devamı

İki, devrik genel başkan Kılıçdaroğlu’nun “partiyi kirlenmişlikten temizlemek için” yeniden genel başkan olmak istediği konuşuluyor. CHP’nin bugün yaşadığı kriz ve kirden bizzat kendisinin sorumlu olduğunu unutmuş olsa gerek. 

Üç, mevcut koşullarda Özgür Özel’in CHP’nin cumhurbaşkanı adayı olması kuvvetle muhtemel. Mansur Yavaş bu süreçte ne kadar aklı selim bir yol izlerse izlesin, geçenlerde “benim de siyasi yol haritam var” dediği o haritayı önüne serip yeni bir harita çizmesinde yarar var. 

AKLIMDA KALAN 

Filiz Akın bu dünyadan gitti: Ve ben ölüyorum acıdan. O benim çocukluğum, gençliğim, önce efsanem sonra dostumdu. Hep “canımın içi”ydi. “Omuzumdaki melek”ti. İlk tanıştığımızda heyecandan ölecektim. Ziyaret ettiğimde elimi, ayağımı nereye koyacağımı bilemez oluyordum. Boğazında geçmeyen ağrı, ayaklarında iyileşmeyen yaralara rağmen tüm zarafetiyle gülümsemeye devam ediyordu. Öyle zarif ve nazikti ki yanında kendimi sorgulayıp duruyordum. Eşi Sönmez Bey ona aşkla bakarken, o bana “aşka inanmaktan vazgeçme” diye tembihliyordu. Hastaneye yatmadan önce “sana nazar boncuklu bir bileklik aldım” demişti. Sonra ağırlaştı. Bileklik kaldı. Son aradığımda telefon açılmadı, anlamıştım olacakları… Huzurla uyusun meleğim.