Şimdilerde yer altı fayları öne çıksa da yer üstü de psikolojik, sosyolojik, politik faylarla dolu. Yeni teknolojilerin zemini kayganlaştırması, fayların kırılganlığının artması belirsizlik üretiyor. Belirsizlik de kırılganlığı artırıyor. Bilginin, ekranların arttığı bir zamanın belirsizlikle karakterize olması büyük çelişki, ama öyle.
Çelişkiyi anlamak yerine ortadan kaldırmaya odaklandığımız sürece, onca uğraşa rağmen yerinde saymaya devam ederiz. Görünen de o. İlerlemek istiyorsak önce durumu olduğu gibi kabul etmeliyiz. Koşulların değişmesini ve bu değişimi de hep bir başka taraftan beklemek büyük açmaz.
Durumu kabullen“miş gibi” yapmaz da kabullenirsek “manzara-i umumiye” şudur;
■ Fay kırılması da toplumdaki duygusal kırılma da epeyce derinde. Deprem öncesi odak Sırrı Süreyya Önder’in yoğun bakımda oluşuydu. DEM, seçim ortağı olduğu halde İmamoğlu’nu ziyarete gitmezken, CHP yönetiminin hastaneye akın etmesi, tanıyan tanımayan herkesin sosyal medya paylaşımları… “Aman Sırrı iyileşsin de” ile başlayan cümleler negatif bir konunun içerisindeki pozitif bir üsluba tutunma çabasıydı. Konu, bir iyimseri daha kaybetme ihtimaliydi. Ruhsal yorgunluk, iyimser insanlara yönelimi artırıyor. Stres yerin altında neyse, yerin üstünde de o.
■ Deprem anında merdivenlere koşan insan sayısının çokluğunu ya da deniz merkezli depremden kaçmak için deniz kenarına çadır kurup evden getirilen semaverle çay keyfi yapanları gördünüz mü? Gördüyseniz hem “cahiller” deyip hem de deprem konusunda bilinçlenmelerini beklemek çelişki değil mi? Bu gerçeği kabullensek, depremin zorunlu eğitimin parçası olmasının yolu açılacak.
Bilinçten yoksunluk, insana faturası ağır bir konfor sunar. Bu yüzden zorunlu eğitim, insanın isteğiyle değil insana rağmen yapılan bir yönetim işlevidir.
■ Deprem ülkesinde medyanın “doğrulanmış haber aktarımı” ilkesinden habersizliğini kabul edersek, meselenin medyanın taraflılığı olmaktan daha derin bir etik fay kırılması olduğunu anlama olasılığımız artar. Konuk edilen deprem uzmanlarına kendi fikirlerini doğrulatmaya çalışan moderatörlerin acıklı hali o zaman görülebilir belki.
■ Bourdieu’nün “fast food entelektüel” dediği medyatik uzmanların, görkemli ünvanlar altında bilimsel kanıta dayanmayan cümleler savurmalarının bir kör döğüşü olduğu kabul edilse, eğlencelik deme ihtimalimiz artar.
■ Gündemi zenginler belirliyor olsa da, depremde yoksulların ölme oranı hep daha fazla, bu gerçeği kabullendiğimizde “yapı güvenliğini artırın” uyarılarının anlamsızlığını görüp doğru çözümler üretilebilir.
■ Depremde ölen kendisi olmadığı için depremde öleceği fikri de insan tarafından kabul görmez. Bu bilinirse, ciddi bir deprem sonrasında uzmanların vücut kasları üzerinden dönen geyiğin ya da ünlü bir magazin figürünün evinin bahçesine kurduğu çadırdan romantik paylaşımlar yapmasının konunun içini boşalttığını da anlaşılmış olur.
■ Deprem sonrası çadır, yangın sonrası söndürme cihazlarının fahiş fiyat artışında tüketicileri şikayet etmeye yönlendirmek sorunu çözmez. Ahlâksızlık ve fırsatçılık arttıkça çözüm, denetim görevlileri sayısını da artırmaktır.
Kabullen”miş gibi” yapmayalım, kabullenelim.
İletişim notları
Bir, AB yardımları karşılığında Türki cumhuriyetlerin Kıbrıs Rum Kesimini tanıma kararları moral bozdu. Bir tarafta krizdeki ülkeler, diğer tarafta kriz fırsatçısı Avrupa, bu tarafta ise haklı Kıbrıs davamız var. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın işi zor. Ve fakat kendisine önerim, gözbebeğimiz Kıbrıs’a yoğunlaşması. Yaklaşık 10 ay önce bu köşede yazdığım gibi KKTC’nin adının, “Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” olarak değiştirilmesinin, konunun algı yönetiminin en az konunun kendisi kadar önemli olduğuna dikkat çekmek istiyorum.
İki, Milli Savunma Bakanlığı’nın basın toplantısında paylaştığı bilgilerin medyada “Milli Savunma kaynakları” olarak verilmesini anlamak zor. İşini iyi yapan bir sözcüleri olmasına rağmen neden “Milli Savunma Bakanlığı sözcüsü” ifadesi kullanılmıyor? Kurumla mesaj arasında açık bağ kurulması, iletişimi güçlendirir.
AKLIMDA KALAN
“Gençler ne istiyor bilelim” cümlesi: Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gençlerin protestolarına yönelik olarak AK Parti MYK’da “Gençlerin istekleri nedir araştıralım” demesinin, gençleri ötekileştirmek yerine durumu olduğu gibi görme çabasının yüksek bir iletişimsel değeri var. Benim önerim, milyonlarca lirayı araştırma şirketlerine harcamak yerine aracısız iletişime geçip gerçekten o gençleri kendisinin dinlemesi yeterli olur aslında. Bazen çözüm basittir.