Prof. Dr. Mahmut Özer

Prof. Dr. Mahmut Özer

mahmutozer2002@yahoo.com

Tüm Yazıları

Ülkemizde yükseköğretime olan giderek artan talebi karşılamak ve beşeri sermayemizin niteliğini artırmak için son yıllarda yükseköğretimde önemli genişleme sağlanmıştır. Her ilde en az bir üniversite kurulmanın ötesinde son 20 yılda üniversite sayısı 70’li sayılardan 200’lerin üzerine çıkmıştır. Eğitimde fırsat eşitliği için hem erişebilme hem de kalite önemlidir. Erişimin oldukça kısıtlı olduğu zamanlarda sunulan hizmet ne kadar kaliteli olursa olsun eğitimde fırsat eşitliğinden nasıl söz edilemezse benzer şekilde erişim yaygın ancak erişilendeki kalite farklarının büyük olduğu yerde de fırsat eşitliğinden söz etmek oldukça zordur. Ancak, kalite yolunda ilerleyebilmek için öncelikle erişim sorununu çözmek gerekmektedir. Türkiye, son dönemdeki yaptığı devasa atılımlarla bu sorunu çözmüştür.

Haberin Devamı

Yükseköğretimde genişleme kadar bu genişlemenin sürdürülebilir olmasını sağlayacak destekleyici mekanizmaların sağlanması son derece kritiktir. Özellikle yeni kurulan üniversitelerin fiziksel altyapı ihtiyacı hızla karşılanmasına rağmen yeni bölümler ve fakülteler açabilmek için gerekli öğretim üyesi ihtiyacı maalesef istenen düzeyde sağlanamamıştır. Bu ihtiyaç ancak istenilen düzeyde doktora mezunu verilmesi ve bu mezunların da söz konusu üniversitelere gitmeleri ile mümkündür. Ancak, buradaki sorun üniversitelerimizin doktora eğitimi ile ilgili performansının son derece düşük olmasıdır. Yani, yükseköğretim sisteminde son dönemde yaşanan devasa genişlemeden önce de doktora eğitiminde ciddi bir atalet söz konusu olup doktora mezun sayısı son derece düşüktür. Örneğin Almanya’da 1980’li yıllardan itibaren son 45 yılda tüm disiplinlerden doktora mezun sayısı istikrarlı bir şekilde 25-30 bin bandındayken bu sayı bizde 2000’li yılların başında 2 binler seviyesinde olup son derece düşüktür. Günümüzde ise daha yeni 10 binlerin üzerine çıkabilmiştir. Hal böyleyken yükseköğretimde yaşanan hızlı kitleselleşme doktora mezunlarına yönelik talebi çok daha yükseltmiştir. Ancak yeterli doktora mezunu arzı sağlanamadığından yükseköğretimdeki bu genişlemeyi rasyonel bir zeminde yönetebilme imkânı zayıf kalmıştır.

Haberin Devamı

Bu durumda özellikle lisans programlarında kapasite yine köklü üniversiteler üzerinden veya açıköğretim programları üzerinden sağlanmaya çalışılmıştır. Kapasite olarak daha çok lisansüstü eğitime odaklanması gereken bu üniversitelerdeki öğretim üyelerinin ders yükleri sürekli artmış ve lisansüstü programlara katkı verebilme ve araştırma performansları bu durumdan olumsuz etkilen(ebil)miştir. Diğer taraftan, yükseköğretim çağ nüfusu için kapasitenin kampüsler yerine açıköğretim programları üzerinden üretilmesi beşeri sermayenin niteliğini artırmada kampüslerin sağlayacağı imkânlardan bu gençlerin yoksun kalmalarına yol açmıştır. Nerden bakarsanız bakın rasyonel olmayan maliyetli yöntemlerle çözüm üretilmeye çalışılmıştır. Bu bağlamda yine de son dönemde açıköğretim programlarında kapasitenin daraltılması doğru bir yaklaşım olmuştur.

Yükseköğretim sistemimizde yukarda da değinildiği gibi dönem dönem kitleselleşme ile ilgili önemli adımlar atılmıştır. Bu adımlar nedeniyle mevcut üniversitelerin kuruluş tarihlerine göre kümelenmesi kolaylaşmaktadır.  Örneğin, yükseköğretimle ilgili her yıl düzenli bir şekilde istatistikleri paylaşan ‘Yükseköğretime Bakış-İzleme ve Değerlendirme Raporu’ da kümeleme yaklaşımını kullanmaktadır (Serkan Yurdakul, Sümeyye Ayyüce ve Şahin Demir, 2024, Ankara: Eğitim-Bir-Sen Stratejik Araştırmalar Merkezi). Söz konusu raporda yükseköğretimdeki öğrenci kapasitesinin nasıl dağıldığını daha iyi değerlendirebilmek için devlet üniversiteleri kuruluş dönemlerine göre 3’e ayrılmıştır. Birinci dalgada 1992 öncesi kurulan ve bölünen üniversiteler yer almakta olup 36 üniversiteyi kapsamaktadır (Örneğin Ankara, Boğaziçi, Hacettepe, İstanbul Üniv., İTÜ, ODTÜ, KTÜ). İkinci dalga 1992-1994 arası kurulan ve bölünen 31 üniversiteyi (Örneğin Kocaeli, Sakarya, Zonguldak Bülent Ecevit, Tokat Gaziosmanpaşa Üniv.) ve nihayetinde üçüncü dalga ise 2006 ve sonrasında kurulan 62 üniversiteyi kapsamaktadır (Örneğin Karabük, Düzce, Yalova, Bartın, Hitit, Şırnak Üniv.).

Haberin Devamı

2023 yılı itibariyle önlisans, lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin bu 3 dalgada yer alan üniversitelere dağılımlarına bakıldığında önlisans öğrencilerin büyük bir oranının (%36,2) 3.dalgada yer alan yani son dönemde yeni kurulan üniversitelerde kümelendiği, daha sonra 2.dalgada (%32,5) ve 1.dalgada (%31,3) yer alan üniversitelere dağıldıkları görülmektedir (Tablo B.3.4, sh.61). Bir başka deyişle, önlisans öğrenci kapasitesi ağırlıklı olarak yeni kurulan üniversiteler üzerinden oluşturulmuştur. Ancak, önlisans programları için başarılan bu kontenjan yük dağılımının maalesef lisans programları için sağlanamadığı görülmektedir. Lisans öğrencilerinin nerdeyse yarısının (%44,8) 1.dalgada yani 1992 öncesi kurulan ve bölünen köklü üniversitelerde yer aldıkları görülmektedir. 3.dalga üniversiteleri için bu oran %28,9 ve 2.dalga üniversiteleri için %26,3’tür. Bir başka deyişle lisans öğrencilerine kapasite oluşturmada 1.dalgada yer alan köklü üniversiteler çok daha fazla katkı vermektedir.

Ülkemizde yükseköğretimde son dönemde yaşanan hızlı kitleselleşmenin sağlıklı bir şekilde sürdürülebilmesi için önlisans ve lisans eğitiminde kapasiteye en fazla katkıyı sırayla 3., 2. ve 1.dalgadaki üniversiteler sağlamaları gerekirken lisansüstü eğitimde katkı sıralaması tam tersi yani 1., 2. ve 3.dalgadaki üniversiteler şeklinde olmalıydı. Böylece, dengeli bir yük paylaşımı ile köklü üniversitelerin özellikle lisansüstü eğitime ağırlık vermeleri sağlanabilirdi. Böylece bir taraftan özellikle 3.dalgada kurulan üniversitelerin öğretim üyesi ihtiyacı hızla karşılanabilecekken diğer taraftan işgücü piyasasının ihtiyaç duyduğu doktoralı ar-ge personeli ihtiyacı da daha kolay bir şekilde karşılanabilirdi.

Oysa gelinen noktada lisans öğrencilerinin neredeyse yarısını bünyesinde barındıran 1.dalga üniversiteleri lisansüstü öğrencilerin de büyük bir kısmını içermektedir. Türkiye’de yüksek lisans öğrencilerinin %51,5’i ve doktora öğrencilerinin %69,7’u 1.dalgada yer alan üniversitelerde lisansüstü eğitimlerine devam etmektedir. Burada sevindirici olan husus 3.dalgada yer alan üniversitelerdeki yüksek lisans öğrenci oranının (%26,2) 2.dalgada yer alan üniversitelerdekini (%22,5) geçmiş; doktora öğrenci oranının ise (%14,3) 2.dalgada yer alan üniversitedekilerine (%16) yaklaşmış olmasıdır. Bir başka deyişle 3.dalgada yer alan üniversiteler giderek daha fazla lisansüstü eğitime katkı vermeye başlamışlardır.

Özetle, yükseköğretimde toplumsal talebi karşılamak için son dönemde kitleselleşme yönündeki önemli adımların sağlıklı bir şekilde yönetilmesinde kritik işleve sahip olan doktora eğitimindeki mevcut performans kitleselleşmenin performansını belirlemiştir. Genişleme ile kitleselleşen yükseköğretim sistemi doktora mezun arzının yetersizliği nedeniyle iki uç noktayı zorlayarak kapasite artışı sağlama yolunu tercih etmiştir: Köklü (1.dalgada yer alan) üniversiteler üzerinden kapasite üretimi tercihi zaten lisansüstü eğitime en fazla katkı veren bu üniversitelerin performanslarını zorlamaktadır. Diğer uçta ise açıköğretimde kapasite artışı sağlayarak yükseköğretim çağ nüfusuna arz üretilmeye çalışılmıştır. Bu da ülkemizin en değerli sermayesi olan beşeri sermayesinin niteliğini artırmada yükseköğretim çağ nüfusunun büyük bir kısmı için tercih edilmemesi gereken bir yaklaşımın yaygınlaşmasına yol açmıştır. Son dönemde bu kapsamda açıköğretim programlarında kapasite daraltılmasına gidilmesi doğru adımdır. Gelinen noktada çözüm yine aynı noktada düğümlenmektedir: doktora eğitiminin niteliğini artırma ve taleplerle uyumlu arzı üretebilir duruma getirme…