Mülkiyet hakkı elbette kutsal bir hak ama yaşam hakkı kadar kutsal değil.
Türkiye’de kentsel dönüşüm işi de maalesef siyasi bir tartışma konusu uzun zamandır.
Bu konuyu hukuku devre dışı bırakmadan çözecek bir formül bulmamız gerek.
Fakat bazı meseleleri de keyfiyete bırakmadan çözecek yasal düzenlemeleri yapmalıyız.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, 2019’dan bu yana risk tespit çalışması yapmak için 107 bin 77 binaya gitti.
2022 sonuna kadar tespit için izin veren bina sayısı sadece 29 bin 700.
Yani bina sahiplerinin yaklaşık yüzde 73’ü hızlı tarama yapılmasına izin vermedi. Bu kabul edilebilir bir durum değil.
'Japonya’da yapılan binalar depremde çökmüyor, Türkiye’de yapılanlar çöküyor.’
6 Şubat felaketinden beri sosyal medyada Japonya’da yapılan inşaat işlerine dair binlerce kare paylaşıldı.
Japonlar bizden daha namuslu insanlar değiller ama müthiş bir denetim ve ceza sistemleri var.
Önce içinde insan yaşayacak bir binanın nasıl yapıldığına bakalım:
Japonya’da insanların yaşayacağı bir binanın projelendirilme yetkisi sadece “Kençikuşi” denilen mimarlar tarafından yapılabiliyor. Üniversiteyi bitirip mimar olan birinin devletin açtığı sınavı da geçmesi gerekiyor. Dostlar alışverişte görsün sınavı değil bu, girenlerin sadece 3’te biri geçebiliyor sınavı.
“Sınavı geçtim, artık istediğim projeyi yapabilirim” de diyemiyorsun. Kençikuşi’ler arasında da sınıflandırma var. 3. sınıf bir Kençikuşi ahşap ve taban alanı 30 metrekareden küçük en fazla 2 katlı bina yapabiliyor. Ya da 2. sınıf bir Kençukişi okul, hastane, alışveriş merkezi projesi çizemiyor. Kimin ne yapacağı metrekare ve kat
Son bir haftadır birden çok kaynakla görüştüm. Hem Ankara hem saha hem de diğer illere dair öğrendiklerim şöyle:
Deprem 04.17’de oldu. Yaklaşık 10 dakika sonra Ankara önce tüm birliklerden durum raporu istemiş. Silahlı Kuvvetler İnsani Yardım Tugayı’na ilk hazırlık emri verilmiş. Bu sırada Milli Savunma Bakanı Akar ve Genelkurmay Başkanı’na bilgi verilmiş.
Saat 04.50: Depremin vurduğu illerden Malatya’da 2. Ordu Komutanlığı Karargâhı’na ulaşmış. Afet bölgesindeki birliklerden durum raporu istemiş.
Saat 04.59: Milli Savunma Bakanlığı Afet Acil Durum Kriz Merkezi aktive edilmiş.
Saat 05.10: Afet bölgesinden gelen raporların ardından Bakan Akar ve komutanlar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı arayarak talimat almışlar. Sahadan gelen rapor doğrultusunda Hatay’a gitme kararı verilmiş.
Saat 06.00: Malatya, Kahramanmaraş ve İskenderun’daki 2. Ordu’ya bağlı birlikler ilk arama/kurtarma faaliyetline başlamış.
Saat 07.00: İki adet askeri ambulans uçak Etimesgut’ta kalkışa hazır hale gelmiş. 2. Hudut Alay Komutanlığı, Hatay’ın belirli bölgesinde çorba dağıtımına
Enkazın altından sigarasıyla çıkan depremzede ve onun çakmağı bitince ateş bulma yöntemi çok konuşuldu bu hafta.
Soner Tuğtekin o depremzedenin adı.
Enkaz altında, kumandanın pillerini parçalayıp, kablolarını birbirine çarptırarak ateş çıkarıp, sigarasını yakan adam olarak tanıdık onu.
Hikâyesinin bilinen kısmı bu ama az bilinen kısmı yazayım size:
Soner Tuğtekin enkazdan çıktıktan sonra hastaneye gitmek istemedi, zorla götürdüler.
Koluna taktıkları serum bitmeden kaçtı hastaneden, evinin enkazının olduğu yere gitti.
Eşi Hatice hanımın cansız bedeni enkazdan çıkarılıncaya kadar kaldırımda yattı.
Bu haberi ilk okuduğumda, acı bir biber yemiş birinin ekmek içini ağzına atma aceleciliğinde diğer haberleri okuma telaşına düştüm. Sonra kabullendim gerçeği, tekrar aynı habere döndüm. Bu kez içimi özgür bırakarak, gözümden akan yaşlara aldırmadan, tek bir hecesinde takılmadan okudum haberi. Sonra bir daha, bir kez daha...
İki Türkiye var.
Birinci Türkiye’nin özeti afet bölgesinden gelen bu ünlü karede vücut buldu.
Hatay’da Türkiye Komünist Partisi yelekleri gençler çorba standı kurmuşlar,
Finike Ülkü Ocakları’ndan bir genç de o stanttan aldığı çorbayı depremzedelere götürüyor.
Farklılıkları, düşmanlıkları görmezden gelen bu karede, Yunanistan’dan gelen kurtarma ekiplerinin çabasına bakıp, ekran başında gözyaşları içerisinde gelişmeleri takip eden milyonlar var.
İkinci Türkiye sosyal medyada yaşanıyor.
Farklı düşünene, şimdi farklılıkları konuşmanın zamanı değil diyene nefret kusuyor.
Bir yanda en haklı eleştiriye bile darbe girişimi muamelesi yapan iktidar yanlıları, diğer yanda devletin her attığı adımı eleştiren, her şeyi kapkaranlık göstermeye çalışan muhalefet yanlıları.
Evi yıkılan, ağır hasar aldığı için evleri yıkılacak olan yüz binlerce insan var. Üniversite yurtları geçici bir çözüm olabilir. Doğru çözüm ise boşalan köyleri devreye sokmak. Devlet köylerdeki boş evlerin sahiplerine kira ödeyerek isteyen depremzedeleri yerleştirebilir. Bakanlık toprak tahsis eder. Böylece tarım üretimi de artar...
*Türkiye’de nüfusu 4’te bire düşmüş binlerce köy, o köylerde boş evler ve birisinin işlemesini bekleyen yüzbinlerce dönüm arazi var. Örnek mi, mesela Manisa, Salihli’ye bağlı Hacıköseli köyünde, nüfus o kadar azalmış durumda ki insan yokluğundan köy kahvesi kapanmış durumda. Böyle binlerce köy var. Rakamlar üzerinden konuşacak olursak, 2021 yılı sonunda köylerde yaşayan nüfus sadece yüzde 6.8 olarak belirlendi.
*Depremde evi yıkılan ya da oturduğu bina ağır hasar aldığı için evleri yıkılacak olan yüz binlerce insan var. Üniversite yurtları geçici bir çözüm gibi görülebilir ama doğru
100 yıl önce kağnılar vardı.
Fazıl Hüsnü Dağlarca “Yediyordu Elif kağnısını” diye başlamıştı şiirine; Nâzım Hikmet, “Kağnılar gidiyordu Akşehir üstünden Afyon’a doğru” mısrasını koymuştu Kuvayı Milliye destanına.
Dünyada eşi benzeri yok denecek kadar az iki depremle vurulduk pazartesi günü.
Önümde yardım taşıyan TIR ve kamyonların oluşturduğu trafiği gösteren bir fotoğraf karesi duruyor.
100 yıl sonra Türkiye’yi bir daha kuracağız.
Kağnıların yerini TIR ve kamyonlar aldığı için değil,
Yeniden ortak acılar, ortak sevinçler hissetmeyi başardığımız, bir millet olmayı hatırladığımız için başaracağız bu kez.
Ekmek aslanın ağzındayken, işini gücünü bırakıp can kurtarmaya gidenlerin, kumbarasını kıran ilkokul çocuklarının, asgari ücretle yaşarken boğazından kesip, depremzedelere kumanya yollayan dar gelirlinin, ünlüsü-ünsüzü, tahsillisi-cahili aynı yerde yardımları birlikte kolileyenlerin, tüm hayatları daha çok paranın peşinde koşmakla geçmiş olanların, bu ülkeye borçlu olduklarını hisse
Kahramanmaraş merkezli depremler sonrası yaşadığımız manzaranın iki temel sebebi var. Biri felaketin büyüklüğü; diğeri zincirleme cehalet ve ahlaksızlık... İktidara yakın olanlar sadece felaketin büyüklüğüne, muhalifler ise sadece aksaklıklara, hatalara odaklanıyor. Oysa iki durum birbirinden bağımsız değil...
Depremlerde başarı, çöken binlerce binaya ne kadar sürede müdahale ettiğimiz değil, çöken, yıkılan bina sayısını en düşük seviyeye indirmekten geçiyor. Bugün “Binlerce can kaybını neden yaşıyoruz?” sorusu üzerinde düşünme zamanı.
Yaşadığımız manzaranın iki temel sebebi var. Bunlardan biri felaketin büyüklüğü; diğeri zincirleme cehalet ve ahlaksızlık. İşin kötü tarafı şu: İktidara yakın olanlar sadece felaketin büyüklüğüne, iktidara muhalif olanlarsa sadece aksaklıklara, hatalara odaklanıyor. Oysa iki durum birbirinden bağımsız değil.
Önce felaketi tanımlayalım:
Dünya üzerinde birbirinden ortalama 30 km uzaklıkta, 9 saat arayla 7.7 ve 7.6 büyüklüğünde yaşanmış iki ayrı deprem