Türkiye bir yandan Suriye sınırına yığınak yaparken, bir yandan da Fırat’ın doğusunu ABD ile alışılmışın dışında bir tarzla (!) sosyal medya üzerinden müzakere ediyor. Göreceli sessizliğin hâkim olduğu İdlib’den gelen haberler de bazı işlerin ters gittiğini söylüyor. Nitekim son bir hafta içinde İdlib askeri haritası büyük ölçüde değişti.
Değişimin sürpriz olduğunu söylemek pek mümkün değil. Türkiye’nin, büyük bir “cesaretle” giriştiği, İdlib’de bulunan muhalif grupları “sadeleştirme” hamlesinin bir dizi zorlukla karşılaşacağı en başından itibaren ihtimal dâhilindeydi. Nitekim kitaba göre “çatışmalara barışçıl çözüm” çok da kolay bir iş değildi. Özellikle müdahili çok, çatışan grup sayısı fazla ise.
İdlib cebinin “en güçlü” grubu Heyet-i Tahriri Şam, Türkiye’nin girişimine ayak diretiyor. Çünkü mevcut durumun sürdürülemez olduğunu biliyor. Nitekim Suriye’de muhaliflerin aleyhine değişen siyasi ve askeri tablo, HTŞ gibi örgütleri büyük bir umutsuzluğa sürüklemiş durumda. Artık askeri yöntemlerle ülkenin tamamına egemen olmak, rejimi yok ederek yerine radikal siyasi bir model inşa etmek zor.
Genelde İdlib’in, özelde HTŞ’nin kontrol altında tuttuğu arazinin küçük olması, coğrafi
Trump ilke olarak Suriye’den çekilme kararlılığını sürdürüyor. Görünen o ki tüm tartışmaların değişmeyen tek parametresi Trump’ın bu fikri. Bunun dışında kalan tüm “parlak” görüş, uygulama önerileri ya da teklif edilen koşullar değişme ve esneme potansiyeline sahip görünüyor.
Bu yüzden Trump’ın kararı, farklı mahfilleri hareketlendirmiş durumda. Ziyaretler, beyanatlar, bitmez tükenmez tartışmalar, haritalar, planlar, zaman çizelgeleri havada uçuşuyor. Hadisenin karakteri, tarafların çokluğu ve Irak’ta olduğu gibi tarihsel tecrübeler, bu sürecin, tartışmaların daha aylar, yıllar alabileceğini söylüyor.
Karar üzerinde kafa yoran aktörlerden biri de PKK terör örgütü. Örgüt, Trump’ın açıklamasının ardından stratejik önemde bir kararın eşiğine geldiğinin farkında. Suriye’de askeri ve politik koşulların değişmesi, Trump’ın konuya verdiğinin anlamın zayıflaması, “partner” ilişkisinin gözden geçirilmesini zorunlu hale getrdi. Haliyle, ilişkinin mevcut şekliyle sürdürülmesi mümkün görünmüyor.
Elbette bunda Türkiye’nin ısrarları ve esnemeyen tutumu da önemli bir rol oynamış görünüyor. Bugün ABD, ister istemez, PKK/PYD konusunda daha dikkatli, esnek ve en az hasarla çıkış yolu arayışında.
Trump’ın Suriye’ye dair açıklamaları baş döndürücü hızla ve karmaşıklıkta devam ediyor. Bu durum hem ABD iç politikasının niteliğini hem de ABD’nin küresel lider rolünü oynamaktaki sarsaklığını göstermesi açısından önemli.
Başkan’ın yanı sıra ekibinin de savrulması şaşırtıcı değil. Nitekim, ABD’nin Suriye’den askerlerini çekeceğini açıklamasının ardından tartışmanın ekseni yeni bir zemine kaymış görünüyor. Dışişleri Bakanı Pompeo, NewsMax’e verdiği röportajda, ABD Başkanı Donald Trump’ın talimatlarıyla Suriye’deki süreci yürüteceklerini ifade etti. Dikkat çeken husus ise çekilmenin yeni şartlara bağlanmasıydı. “Türklerin Kürtleri katletmemelerini sağlama” gibi.
Dışişleri Bakanı Pompeo’nun bu ifadesinin ardından fazlaca bir zaman geçmemişti ki Donald Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton benzer görüşleri dile getirdi. Bolton, Ortadoğu turunun ilk durağı İsrail’e uçarken, gazetecilere bazı açıklamalarda bulundu. En dikkat çekici olan cümlesi, Dışişleri Bakanı ile uyumlu olanı, “ABD’nin Kürt müttefiklerinin Türkiye’nin düzenleyeceği bir taarruzdan korunması konusunda ısrarcı olduğunun” belirtmesiydi.
ABD’den gelen açıklamalar birkaç yönden mevzunun daha karmaşık ve ilginç
ABD Başkanı Trump’ın askerlerini Suriye’den çekme kararı büyük bir sürpriz oldu. Ancak Başkan’ın “Noel” sürprizleri bitmemiş olmalı ki her geçen gün yenilerine tanıklık ediyoruz. Özellikle de “çekilme” kararının içeriği, icra tarzı, uygulama süresi ve boşaltılan yerlerin geleceğiyle ilgili. Abartılı gibi görünse de Fırat’ın doğusunda eko sistemin değişimi başlamış görünüyor. Haliyle herkes yeni duruma adapte olma telaşında.
PKK terör örgütü de gelişmeleri anlamaya, gelecekle ilgili tedbirler almaya çabalayan aktörlerden biri. Öyle ki dengelerdeki değişimi fırsata çevirmenin yollarını arıyor. Bu çerçevede iki alanda çabaları dikkat çekici. Siyasi ittifaklar ve askeri tedbirler. PKK/PYD mevcut siyasi ittifaklarını tahkim etmeye çabalarken, bir yandan da eski defterleri karıştırıyor. ABD’nin çekilmesiyle ortaya çıkacak boşluğu ve kontrol ettiği bölgeleri askeri açıdan elde tutacak planlar ve kaynaklar üzerinde kafa yoruyor.
Örgüt yöneticilerinin Trump’ın açıklamalarına ilk yorumları ve yakınmaları dikkat çekiciydi. ABD’ye güvenmenin büyük hata olduğu dile getirdiler. Soğuk Savaş döneminin anti-emperyalist ideolojik söylemi öne çıkarılırken, Suriye’de ABD’ye güvenmekle ciddi
Geçen yıl dış politikanın odağındaki konu Suriye idi. Muhtemelen bu yıl da çeşitli yönleriyle gündemin ön sıralarında yer alacak. Üstelik, artan zaman baskısıyla sorunlar üst üste yığılırken, bir yandan da taraflar ve konular daha da keskinleşecek.
Bu çerçevede Türkiye’nin, birbiriyle ilişkili, farklı kompartımanlara bölünmüş dört soruna dair fikrinin ve yol haritasının olması gerekir. İlk olarak, bu günlerde gündemden düşmüş gibi görünse de İdlib hali hazırda patlamaya hazır bir durumda. Neredeyse dört milyon sivilin geleceği, “yabancı terörist savaşçıların” kimin tarafından, nasıl tasfiye edileceği, kaybedenler kulübünün yerel silahlı gruplarının istikbali 2019’a devredilmiş durumda.
İkinci sorun, PKK/PYD’nin, Suriye’deki durumu. Trump’ın, askerlerin Suriye’den hızla çekileceğini ilan etmesiyle yaşanan şok, etkisini kaybettikçe, mevzu “farklı mecralara” kaymaya başlamış görünüyor. Bir yandan Avrupa kamuoyu, bir yandan da ABD’li bazı siyasi ve askeri yetkililer hem askerlerin çekilmesinde ayak sürürken hem de “yeni ve parlak” fikirler üretmeye başlamış görünüyorlar. Bu bağlamda PKK/PYD’ye verilen silahların geri alınmayarak örgütün askeri gücünü koruması buna bağlı yeni siyasi
Mevcut gelişmeler, Suriye iç savaşında haritaların, ilişkilerin ve çözüm süresinin yeniden şekilleneceğini söylüyor. Yakın zamana kadar tüm dikkatler İdlib’e yönelmişti. Bugün ise İdlib’in yanı sıra Fırat’ın doğusuna kaymış durumda.
Trump, askerlerine Fırat’ın doğusundan çekilme emrini vermesi, ABD’nin Suriye dosyasını tamamen kapatacağı anlamına gelmiyor. Nitekim Başkan, ihtiyaç hasıl olduğunda Irak üzerinden müdahale edilebileceğini açıkladı.
Öte yandan, Almanya ve Fransa “DAEŞ’e karşı Küresel Koalisyon” çerçevesinde bölgede kalmaktan söz ediyorlar. Rus Dışişleri Bakanlığı ise, ABD’nin boşalttığı yerlerin Esad rejimine teslimini istiyor. İsrail kızgın. Türkiye’de sınıra yığınak yapmayı sürdürüyor.
Bu ortamda PKK’nın Suriye’de ne olacağı merak konusu. Çünkü PKK da boş durmuyor. Bir yandan Batı kamuoyunu etkilemenin yollarını ararken, bir yandan da hiçbir zaman kesmediği bağları sayesinde Rusya ve Esad ile görüşüyor. Örgütün, İran ile ilişkilerine dair henüz bir bilgi yok ama kuvvetli şüpheler var.
ABD-PKK iş birliğinin karakteri Trump’ın emriyle değişmeye başladı. PKK, ABD ile iş tuttuğu dört yıl boyunca, hırslı davrandı, hazmedemeyeceği kadar büyük lokmalar yuttu. Ne askeri ne de
Trump’ın askerlerini Suriye’den çekme kararı herkes için sürpriz oldu. Bazıları içinse ABD’nin boşalttığı yerleri Türkiye’nin doldurmaya hazırlanması daha büyük sürpriz oldu.
Karar bölgedeki taşları yerinden oynattı. Yeni değerlendirmeler, farklı görüşler ve ilginç tepkiler ortaya çıkmaya başladı. İster istemez herkes muhtemel sonuçları, riskler ve fırsatları listelemeye çalışıyor.
İşin zorluğu, Fırat’ın doğusuyla alakalı devlet ve devlet dışı aktörlerin uzunca bir listesinin olması. Üstelik Fırat’ın doğusu derken, sadece coğrafi bir bölgeden de söz etmiyoruz. Çevresiyle dinamik, siyasi, askeri, sosyal, etnik ve ekonomik ilişkileri olan, yaşayan bir organizmadan söz ediyoruz. Moskova’dan Tahran’a, Şam’dan Ankara’ya, Tel Aviv’den Londra’ya, Washington’dan Paris’e, Riyad’dan Dubai’ye, Erbil’den Berlin’e kadar.
Dahası, devlet dışı aktörlerde işin içinde. “Kılıç artığı” DAEŞ’ten Hizbullah’a, kendisini yeni rollere hazırlayan Özgür Suriye Ordusu’ndan büyük hayal kırıklığı ve travma yaşayan PKK’ya, kenarda duran Birleşmiş Milletler’den uluslararası yardım örgütlerine, aşiret liderlerinden silah tüccarlarına, kaçakçılardan mültecilere kadar.
Tablo elbette yalın değil. Ancak basit
Soğuk Savaş yıllarında ABD ile yarışan Sovyetler Birliği’nin zaafı, siyasi ve askeri kapasitesi ile ekonomik altyapısı arasındaki dengesizlikti. Tıpkı ekonomik dev, siyasi ve askeri cüce olarak tanımlanan Japonya gibi. Haliyle, iki ülke de güçlü olmanın tüm vasıflarını bir arada bulunduramamaktan muzdariptiler.
Bugünün Çin’ini, Sovyetler Birliği’nden ve Japonya’dan ayıran husus, söz konusu güç unsurlarının hepsini bir arada bulundurabilmesidir. Artık ABD için sorun, rakibinin ne tek başına askeri ne de tek başına gücüdür. Çin daha fazlasına sahiptir.
Çin Devlet Başkanı Xi, reform kararının 40’ıncı yılında yaptığı konuşmasında, ülkesinin “hegomonik” bir güç olmadığını belirtti. Başka bir ifadeyle, ülkesinin küresel ölçekte, ekonomik, siyasi ve askeri ilişkileri domine edecek bir hedefinin ve konumunun olmadığını açıkladı. Ancak ölçek ve gelişmelere bakınca tablonun söylenenden farklı olduğunu görmek mümkün.
Çin, ihtiyaç duyduğu pazarların ve ticari rotaların, gerek ülke içinde gerekse uluslararası alanda, kendi başına/akışına bırakılamayacak kadar önemli olduğunun farkında. Bu nedenle, ülkeden yola çıkarak pazarlara ulaşan tüm deniz, kara ve demir yolu rotlarını yeniden