Rahmetli Hasan Pulur, Hürriyet’te yazdığı günlerde patron Erol Simavi ile aralarında geçen bir diyalogu anlatır:
“Erol Simavi bir gün ani bir kararla Arda Gedik’i gazetenin ikinci ismi, Çetin Emeç’i de yayın yönetmeni yaptı. Biz o günlerde Oktay Ekşi ile beraber CHP’li tanınırdık. Biri Gedik, diğeri Demokrat Partili bilinen Emeç, iki demokrat gelince Oktay’la bu durumu çıkıp Erol Simavi ile konuşalım, dedik. Erol Bey, büyük odasında içecek ikram etti. “Derdiniz ne” diye sorunca “Bizim muhatabımız kim, yazılarımızda kime muhatap olacağız” dedik; Simavi de kolumuzdan tutup camın önüne götürdü, aşağıdaki kalabalığı göstererek “Muhataplarınız bunlar, okurlarınız” dedi. Bu davranışını hiç unutmam”
Tespit yerindedir. Gazetecilerin muhatabı okurlarıdır. Okur gazeteyi ve yazarı denetler, yeri gelince över, yeri gelince eleştirir, gazeteyi ve yazarı okur biçimler. Okunmayan ya da meslek etiğine aykırı davranan yazar gazetede uzun süre tutunamaz. Medya dünyası zaman içinde kendi kendini temizler. Bu belki zaman alır ama sağlam yoldur. Gazeteci cezalık suç işlerse kanun yakasına yapışır. Ama gazetecilik görevi suç gibi gösterilemez, gazeteciye onur kırıcı muamele yapılamaz.
Halkın haber alma ve aydınlanma özgürlüğünün bulunmadığı ülkede ne demokrasi yürür ne hayat ilerleyebilir.
WERNER
Nazi Almanya’sı döneminde bütün baskılara rağmen bazı komedyenler işe devam ediyormuş...
Ünlü kabare sanatçılarından Werner Finck bunlardan biri...
Örneğin...
Werner, sahneye çerçeveli bir Hitler fotoğrafı ile çıkıyor...
İzleyenlere dönerek:
“Bunu asayım mı, duvara mı dayayayım karar veremiyorum” diyor...
Duvara dayamak aynı zamanda kurşuna dizmek anlamına geliyor...
Ne var ki...
Hitler yönetimi onu yine de yaşatmış...
Anlaşılan... Mizaha yine de bir parça saygı varmış...
BÜYÜK KULÜPLER!
Üç büyük kulübümüz Avrupa liginde son maçlarını oynadı...
Takımlarımız bir beraberlik iki yenilgi aldı... Beşiktaş elendi… Galatasaray ve Fenerbahçe zor zahmet ilk 24 takım arasına girebildi.
Büyük kulüpler transfere milyonlar döküyor. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin değeri 200’er milyon euronun üzerinde... Turnuvada 30 - 40 milyon euro bütçesi olan takımlar bizden daha iyi sonuçlar aldı.
Demek ki parayı iyi kullanamıyoruz… Ya da pahalı transfer yapmakla iyi futbol ortaya çıkmıyor. Hastalık nerede? Bunu iyi saptamak gerekiyor. Başarısızlık sebebi para değil. Ama ne? Bilimsel çalışmanın gerisinde kalışımız olmasın!
ABDİ BEY
Milliyet’in efsaneleşmiş Genel Yayın Müdürü Abdi İpekçi’yi 46 yıl önce kaybettik. Cinayette tetiği çekenler yarı yarıya bulundu ama tetiğin ardındakiler hâlâ karanlıktadır. O karanlıkta kimi meşum ve malum yabancı istihbarat örgütlerinin gölgesi rahatça fark edilir.
Abdi Bey 12 Eylül darbesinin taşlarının döşendiği dönemde öldürüldü. Sonraki yıllarda sıra Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Uğur Mumcu, Turan Dursun gibi laik demokrat aydınlara geldi.
Türkiye oradan oraya savruldu.
Abdi İpekçi, Milliyet’in yönetimini ele aldığı 1950’lerden itibaren halkı zayıf taraflarından yakalayan ve anlık heyecanlar veren bir gazete yerine, geleceğin nitelikli toplumunu yetiştirecek bir yayın gerçekleştirdi. Gençlere gazete okuma zevkini aşılamak, onları çağa uygun kültür ve bilgilerle donatmak başlıca amaçlarındandı. Türkiye’de gazeteciliğin kurumsallaşmasında önemli rol oynadı. 1960’ta Basın Ahlak Yasası’nı bizzat hazırladı. 212 Sayılı Basın İş Kanunu’nun hazırlanmasına öncülük etti... Ne Abdi Bey ne Uğur Mumcu’nun perde arkasındaki katilleri bugüne kadar bulunmadı... İstense bulunurdu. Bulunması gazeteciliği korkulu meslek haline getirmek isteyenlerin işine yaradı.
SON GÜN
Profesör üniversitenin ilk günü ilk derse şöyle başlamış:
- Düşünün ki bugün dünyanın son günü. Yarın bu saatte her şey bitecek. Kurtuluş şansınız yok. Bugün ne yapardınız?
Öğrenciler tek tek cevap vermiş:
- İbadet eder, Tanrı’dan günahlarımı affetmesini dilerdim.
- Tüm sevdiklerimle vedalaşırdım.
- Ailemle vakit geçirirdim.
- Anneme veya babama giderdim.
- Arkadaşlarımla yarım saat eski günlerdeki gibi basket oynardım.
- Barbekü partisi yapardım.
- Tüm sevdiğim yemekleri yerdim.
- Ormanda son defa dolaşırdım.
- Güneşin doğuşunu ve batışını son defa seyrederdim.
- Akşam yıldızları seyrederdim.
- Üzdüklerimi arar, özür dilerdim.
Hoca bütün hepsini tahtaya yazmış. Sonra gülerek sınıfa dönmüş ve demiş ki:
- Bütün bunları yapmak için dünyanın son günü olması şart mı?..
Hemen bugün - yarın neden yapmıyorsunuz?