Türk Hava Kurumu 1925 yılında Atatürk’ün “istikbal göklerdedir” sloganıyla kuruldu. Kurumun tüzüğünde amaçları şöyle belirtilir:
“Türkiye’de havacılığın askeri iktisadi ve sosyal önemini tanıtmak, havacılığa gerekli olan personel ve malzemeyi sağlamak ve Türk gençliğine havacılığı sevdirmek...”
Atatürk THK’nin açılışında şöyle konuşur:
“İstikbal göklerdedir, çünkü göklerini koruyamayan uluslar yarınlarından asla emin olamazlar”
Kurum’a maddi desteği devlet kadar halk da sağlayacaktır... Gelir kaynakları şöyle belirtilir:
- Fitre, zekât ve kurban derileri...
- Tayyare Piyangosu...
- Bir kuruşluk Tayyare Cemiyeti dilekçe pulu...
Ülkemizde eşi benzeri görülmemiş yoğunluktaki bu yangınlar iki sebebe bağlanıyor... Küresel ısınma veya sabotajlar...
Sebep ne olursa olsun ülke olarak yangına hazırlıklı olmalıyız...
Ülkemiz her yıl büyük yangınlara sahne olur… Bunu biliyoruz...
Amerika ve Avustralya’da geçen yıl küresel ısınmaya bağlı çok büyük yangınlar çıktığını biliyoruz…
Büyük yangınlar yaşayacağımızı önceden görmeli, felakete üç kiralık uçakla yakalanmamalıydık...
Yangınları acıyla izlerken merak ediyoruz... Askeri birlikler (özellikle istihkam taburlar) söndürme çalışmalarına neden katılmıyor? Bölgede askeri birlik yok deniyor. Uçak ve helikopterle yurdun öteki bölgelerinden sevkiyat mümkün değil miydi?
Türk Hava Kuvvetlerinden destek alınamaz mıydı?
Ve noktayı koyarken Emekli General Nejat Eslen’in önerisini hatırlatalım...
İran sınırımızdan kitleler halinde yurdumuza giren Afganların neredeyse tamamı genç erkek. Ülkelerini terk etme sebebi sorulduğunda en başta Taliban’ı gösteriyorlar. İyi de... Taliban’dan asıl kaçması gereken kadınlar değil mi? Kaçaklar arasında neden hiç kadın yok? Gelen erkeklerin hepsi mi bekâr? Evli olanlar ailelerini Taliban’ın insafına mı terk ediyor?
Merak edilen sorulara CHP Milletvekili İlhan Kesici yenilerini ekliyor. Attığı mesajda şöyle diyor:
“Bu bir savaştan kaçış değil. Üstlerine açılan bir ateş yok, düşen bombalar yok. Yanlarında aileleri yok.
Bir düzen içinde geliyorlar. Olsa olsa bu bir sevkiyat, hem de askeri sevkiyat gibi bir şey...”
Tam bu sırada Almanya’nın ciddi Die Zeit gazetesinin bir haberi dikkati çekiyor:
Odatv’ye göre, gazete Türkiye’ye gelenlerle ilgili şu yorumu yapıyor:
“NATO, Afganistan’daki konuşlandırılmasının sona ermesinden kısa bir süre sonra yurt dışındaki Afgan askerleri için ilk eğitim programını başlattı.”
Gazeteye göre, yurdumuza gelenler eğitim görec
Ailelere bakabilecekleri kadar çocuk yapmaları tavsiye edilir. Devletler de bakabilecekleri kadar sığınmacı alırlar. Her ülke ne kadar sığınmacıya ev sahipliği yapabileceğini hesaplar. Onların barınma, beslenme, eğitim, sağlık ihtiyaçlarını ne ölçüde karşılayabileceğini kantara vurur. O miktarda sığınmacı alır.
Ülkemiz ise uçsuz bucaksız bir sığınma kampına döndü.
4 milyona yakın Suriyeli sığınmacıya şimdi de Afganlar eklendi.
Doğu sınırımızdan bölükler halinde yürüyerek geliyorlar.
Birkaç aile fotoğrafı dışında, tamamına yakını kadınsız, çocuksuz, eşyasız. Bunların ABD ile iş birliği yapan ancak Taliban’ın ilerlemesi üzerine kaçan iş birlikçi Afgan militanlar olduğu yaygın kanı. Anlaşılan, ABD ile İran arasında anlaşmaya varılmış. İran’ın izniyle sınırımıza kadar getirilip, oradan Türkiye’ye geçiriliyorlar.
Taliban’a karşı yıllarca kullanılmış bu militanlar ABD tarafından yeniden örgütlenebilirler. Yeniden kullanılabilirler. Hangi amaçla, kime karşı mı? Onu da zamanla göreceğiz.
Bu gençlerin barınması,
Sosyal medyada fotoğraflarını görüyoruz. 20’li yaşlarda askerlik çağında erkekler. Sınırımıza doğru kafileler halinde yürüyerek geliyorlar. Adlarına mülteci deniyor. Ellerinde bir su şişesi bile görünmüyor. Afganistan’da Amerikan Konsolosluğu tarafından yapılan organizasyonla İran’ı anlaşmalı olarak geçip sınırımıza yakın yerlere bırakıldıkları söyleniyor. Maske, mesafe vs. hak getire... Kim bunlar? Yaygın söylenti, bunların ABD ile iş birliği yapan ve şimdi Taliban’dan kaçan paralı askerler olduklarıdır.
ABD anlaşılan bunları almıyor. Türkiye’yi adres gösteriyor. Gelenler sınırdan geri çevrilmiyor. Hepsi içeri alınıyor.
Sayıları binlerle ifade edilen, savaşın travmasını yaşamış, eğitimsiz, işsiz güçsüz bu gençler Türkiye’de ne yapacak? Neyle geçinecek, hangi parayla beslenecek, nerede barınacak? Örgütlenip suç işlemelerine nasıl engel olunacak?
Sosyal medyada endişeli sorular birbirini izliyor. Bir hanım katılımcı “Aralarında hiç kadın, çocuk yok. Kadınımız, kızımız sokakta gezemez
Ekranlarda Türk askerini Afganistan’a göndermek konusunda alıştırmalar yapılıyor. Kabil havaalanını devralmamızın faydaları sayılıyor! Mesela:
- Efendim tarihi bağlarımız var... Tarih bize görev veriyor...
- Masaya oturmak için sahada bulunmamız lazım…
Bir emekli korgeneral ağzımızın suyunu akıtan bilgiler veriyor:
- Afganistan’da çok kıymetli madenler var. Amerikalılar bunun haritasını çıkardılar. Bu harita bizde de var.
(İnsan sormadan edemiyor. Kabil havaalanını korursak bu madenleri bize mi verecekler? Bu kadar değerli madenler varken ABD orayı neden terk ediyor?)
Afganistan’da 2003- 2006 yıllarında üst düzey görev yapan Hikmet Çetin Hürriyet’te şunları söylüyor:
- Türkiye Afganistan’ı yalnız bırakmamalıdır. Mutlaka orada olmalıdır... Ancak bunun önemli bir şartı var. O da Taliban’la bir görüşme olmalı ve anlaşılmalıdır...
Temmuz ayı ayrılıklar ayıdır bir bakıma. Güzel dostların ayrılışı nedense bu aylara rastlar. Misal mi?
Cağaloğlu Milliyet yılları... 90’lar... Kadim dostum, sütun komşum Teoman Erel Ankara’dan gelmiş. Akşamı zor ediyoruz. Gazetenin yurt haberleri şefi Ankaralı Erdal Çetin’i de yanımıza alıyoruz. Güneş batmadan Kumkapı’nın yolunu tutuyoruz. Orası eskiden kendi halinde bir Ermeni balıkçı köyüydü. 50’lerde bir yıl orada Ermeni komşularla yan yana yaşadık. Güzel zamanlardı. Giderek balıkçı kahvelerinin yerini özenti meyhaneler aldı. Balıkçılar başka semtlere dağıldı.
***
Sandal Restoran’a oturduk üçümüz birlikte. Rakılar geliyor, mezeler diziliyor, Ankara muhabbeti başlıyor. Ne çok şey var konuşacak. Ankara’nın Babıali’si sayılan Rüzgârlı Sokak’tan geçmişiz birlikte. Rotatiflerin ninnisini dinlemişiz. Kâğıt bobinlerin tozunu yutmuşuz. Teoman’la televizyonda birlikte programlar yapmış, siyasetçileri ifrit etmiş, deli dolu günler geçirmişiz. Geçen günleri hatırlıyor, kahkahaları
Televizyon ekranında alkol bardağı göründüğü anda buzlanma yapılıyor.
Böylece resim bulandırılarak bardaktaki alkolün görünmesi önleniyor.
Neden?
Çünkü alkol ekranda görünürse gençler özenecek, “Biz de tadına bakalım, neymiş görelim” diye bardağa sarılacak.
Böylece, her gördüğüne özenen bir gençliğimiz var farz ediliyor.
İyi de... Televizyonlarda her gece mafya filmleri oynuyor. Her boydan cins cins silahlar patlıyor. Bu silahlar sahiplerine güç kazandırıyor, silah güç sembolü olarak takdim ediliyor.
Peki, siz hiç silah sahnelerinin kısıtlandığını gördünüz mü?
Silah görüntüleri buzlanıyor mu?