İktidar, her türlü olağanüstü kararı paldır küldür çıkarıyor. Bunları OHAL kararnamelerinin Anayasa Mahkemesi’ne götürülemeyeceği düşüncesinden ve güveninden hareketle yapıyor.
İyi de bu düşünce doğru mu? OHAL hukukunu iyi bilen CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu “Hayır, doğru değil” diyor, nedenini şöyle anlatıyor.
- Anayasa Mahkemesi’nin 1991 yılında Güneydoğu’da ilan edilen OHAL’e dayanılarak çıkarılan bazı KHK’lerle ilgili SHP’nin başvurusu üzerine aldığı karar var.
Bu kararda KHK’ler;
Bir; Uluslararası yükümlülüklerimize aykırı olamaz...
İki; Getirilen sınırlamalar ve süresi ancak durumun gerektirdiği ölçüde ve OHAL süresiyle sınırlı olur ve bunu aşamaz...
Üç; Temel hak ve özgürlüklere dokunulamaz... KHK’ler ile yasalar değiştirilemez ortadan kaldırılamaz.
Darbe girişimi sonrası alınan kararlar da adeta birer darbe niteliğinde!
Uzmanlara danışılmadan, Meclis’te görüşülmeden, hiçbir platformda tartışılmadan... Devletin bütün askeri sistemi tersyüz ediliyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun deyimiyle:
“Üç dört kişi oturmuş kanun hükmünde kararnamelerle devleti yeniden yapılandırmaya kalkışıyor... Darbeden yararlanarak yeni bir devlet inşa etmeye kalkıyorlar. Bu olmaz, bu fırsatçılığa girer...”
Yeni OHAL Kararnamesi ile askeri okullar lağvediliyor, Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Milli Savunma Bakanlığı’na bağlanıyor. Emekli amiral Semih Çetin Aydınlık’ta diyor ki:
- Genelkurmay’ın Cumhurbaşkanı’na bağlanması da düşünülüyor. Bir savaşta ne olacak? Harekâtı kim sevk ve idare edecek? Cumhurbaşkanı mı, Başbakan mı, Milli Savunma Bakanı mı? Türk Silahlı Kuvvetleri’nin emir komuta birliği bozulmuştur. Bu yanlıştan dönülmeli...
Amiral Semih Çetin meselenin bam teline değiniyor:
- Silahlı Kuvvetler’in yeniden yapılandırılmasını düşünürken mutlaka ve mutlaka harp planlarının da göz önüne alınması gerekirdi. Bir harp veya kriz durumunda uygulanacak komuta kontrol yapısını dikkate almadan barış zamanı teşkilat düzenlemesi yapamazsınız. Bir daha darbe
İngiltere Büyükelçisi Richard Moore, dün Hürriyet’in manşetinde yer alan demecinde,
“Hükümetin bu darbe girişiminde Gülencilerin yer aldığına ilişkin açıklamalarını kabul etmekte bir zorluk yaşamıyorum” diyor.
Büyükelçi, Gülencilerin darbeye katıldığını kabul ediyor ama anlaşılan Gülen’in darbenin arkasında olduğunu (şimdilik) düşünmüyor. ABD aynı çizgidedir.
Batı’nın bu konuda ikna olması şart çünkü gündemde Gülen ve Gülencilerin iadesi tartışması var.
Türkiye’den ısrarla darbe girişiminin ardında Gülen’in olduğuna dair “kanıt” isteniyor. Batı’nın ikna olması için gerekli kanıtlar ancak darbe yargılamaları sonucu ortaya çıkacak. Bunun için de hukuka uygun adil bir yargılama sürecinden geçilmesi gerekiyor.
Ne var ki hukuku dışlayan OHAL uygulamaları, yargıya yönelik müdahaleler, kötü muamele görüntüleri, gazetecilerin gözaltına alınması gibi gelişmeler gün be gün Türkiye’nin “hukuka saygı” notunu düşürüyor. Adil yargılama beklentilerini geriletiyor. Bu bağlamda iki faydalı not. Birincisi aydınlar bildirisinden:
“OHAL’in verdiği yetkiler, darbenin failleri ve planlayıcılarını ortaya çıkarmak ve adalete teslim etmek dışında kullanılmamalı...”
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yönetimi açısından geçmişte çalışmaları bulunan emekli general Nejat Eslen, bundan sonrası için şu tavsiyelerde bulunuyor:
- Ankara’da şehir dışında modern, yeni, korunaklı; savaşta ve barışta görev yapma yeteneklerine sahip bir karargâh (Komuta Merkezi) inşa edilmeli.
- Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri karargahları Genelkurmay Karargâhı adı altında müşterek bir komutanlık olarak birleştirilmeli ve küçültülmeli. Bu tür yapılanma, personel tasarrufu sağlayacak, tekrarları önleyecek, müşterek harekâtı tek merkezden yönetme imkânı verecektir.
- Ordular, donanma ve muharip hava kuvvet komutanlıkları doğrudan Genelkurmay Başkanlığı’na bağlanmalı ve müşterek komuta karargâhından sevk ve idare edilmelidir.
- Kara, Deniz ve Hava kuvvet komutanları Genelkurmay Başkan Yardımcısı olarak Genelkurmay Karargâhı’nda görev yapmalı.
- Şimdiki Genelkurmay binası askeri müze yapılmalı.
- Genelkurmay Başkanı tercih edilecek siyasi otoriteye bağlanmalı.
Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal’ın savcılık ifadesi yayınlandı...
Saat 19:30’da Moda’da düğünde olan Abidin Ünal darbeyi 21:30’da eşinin telefonuyla öğreniyor.
Ankara’da vekil olarak bıraktığı Tümgeneral Cevat Yazgılı’yı arıyor. Ne olduğunu soruyor.
Yazgılı: ‘Ben de bilmiyorum, ancak şu anda Ankara’nın üzerinde jetler geziyor’ diyor.
Genelkurmay 19:30’da Türkiye’de tüm uçuşları durdurduğunu açıklamıştı.
Anlaşılan bundan Hava Kuvvetleri komutanlığının haberi yok.
Abidin Ünal gece boyunca bir kez olsun Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ı aramıyor. Gece 12:00 sularında darbeciler Moda Kulübü’ne baskın yaparak generalleri topluyor.
CHP Grup Başkanvekili Engin Altay’ın yeğeni öğretmen olarak ataması yapılmayınca özel bir eğitim kurumunda öğretmenlik yapmaya başlamış. Çalışırken kurum el değiştiriyor, Fetullahçılar tarafından satın alınıyor. Sonrasını Altay anlatıyor:
- 15 Temmuz darbe girişiminden sonra okulu kapatıldı, kendisinin de öğretmenlik sertifikası iptal edildi. Suçu, sonradan cemaatin satın aldığı okulda çalışmaya devam etmekti.
CHP eski Gaziantep milletvekili Yaşar Ağyüz’ün sosyal demokrat görüşlü kızı da aynı şekilde çalıştığı kamu kurumundan uzaklaştırıldı.
15 Temmuz’dan sonra sorgusuz sualsiz işten atılanlarla ilgili CHP Milletvekili Mustafa Balbay diyor ki:
“12 Eylül döneminde devlet kurumlarından el çektirilen kamu görevlisi sayısı 18 bin 500’dür. 1402 sayılı yasaya dayanılarak kamudan atılanlar parmakla gösteriliyordu. Bugünkü gidişat böyle devam ederse atılmayanlar parmakla gösterilecek. İşten atmaların bir kısmı şöyle oluyor.
Cemaatin sendikaları veya diğer sivil toplum örgütleri binalarına yapılan baskınlarda üye listelerinde kimin adı varsa... Gönüllü ya da mecburen üye olup olmadıklarına... Herhangi bir suça bulaşıp bulaşmadıklarına bakılmaksızın, sadece üye olmalarından dolayı
Adam parasını daha iyi faiz verdiği veya müdürünü tanıdığı için Bank Asya’ya yatırmış olabilir. Çocuğu kalacak yurt bulamadığı için bir süre Cemaat yurdunda hatta ışık evlerinde barınmıştır. Bir başkası belki iş bulamadığı için Cemaat okulunda veya hastanesinde büro işine girmiştir...
Şimdi toplu işten çıkarmalarda anladığımız... Ucundan kıyısından Cemaate bulaşmış veya onların kurumlarında çalışan herkesin işine son veriliyor. Hem de savunmaları alınmadan ve kazanılmış hakları yok sayılarak...
Kimse ülkeyi kana bulamaya çalışan terör örgütüne yardım ve yataklık sağlayanların cezalandırılmasına karşı değildir. Ancak bu furyada evinin geçimini sağlamanın dışında günahı olmayan insanların da okka altına gitmediğine emin miyiz?
Konunun uzmanları da anlatıyor. Böyle bir darbe girişimiyle başa çıkmak için herkesi hapse atmak gerekli değildir. Girişimin örgüt şeması ortaya çıkarılır. Elebaşları tespit edilir. En ağır şekilde cezalandırılır. O çetenin peşine takılmış kitleler de, geçmişte pek çok örneğini gördüğümüz gibi, devletin yanına geçer.
O tarafta kalmakta direnenleri de devlet haklar.
Bir darbe girişimini tasfiye ederken hak ve hukuk çerçevesinde kalmaya mecbursunuz. Aksi
CHP Pazar günü Taksim’de görkemli bir miting yaptı. Sloganı: “Ne darbe, ne dikta; yaşasın özgürlükçü demokrasi” idi...
Bu slogan “Özgürlükçü olmayan demokrasi olur mu?” sorusuna yol açtı ve biraz tebessüm yarattı ama kastedilen herhalde Türkiye’deki sistem idi.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun 10 maddelik manifestosu da iyiydi. Örneğin dedi ki:
- 15 Temmuz darbe girişimi parlamenter demokrasimize karşı yapılmıştır.
- Darbe girişimi, demokrasimizin teminatı olan demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ilkesinin ne kadar yaşamsal olduğunu bir kez daha kanıtlanmıştır.
- Girişim, devlet yönetiminin liyakata dayanması gerektiğini ortaya koymuştur. Devleti ele geçirme anlayışını tarihe gömmeliyiz.
***