Gitarist Marc Ribot’u bugüne Tom Waits, Robert Plant gibi sevdiğimiz müzisyenlere eşlik eden gitarist olarak tanıdık. 71 yaşındaki sanatçı solo albümünde 30 yıla yayılan solo kayıtlarını bir araya getiriyor
71 yaşındaki gitarist Marc Ribot’u bugüne kadar solo işleriyle tanımadık. Adını hep duyduk ama başka büyük müzisyenlerin gitaristi olarak bildik. Bildik derken, biz, yani detaylara takıntılı müzik dinleyicileri, albüm kapaklarının içini açıp her satırını kitap gibi okuyanlar. Albümlerle ilgili çıkan röportajları okuyup, albümde kimler çalışmış tek tek inceleyenler kitlesi.
Marc Ribot, Tom Waits ile uzun yıllar çalıştı. Elton John ile çalıştı. Robert Plant ve Alison Krauss ile çaldı. Marianne Faithfull ile çaldı. Sayısız caz grubunda çaldı. Bu dönemlerde pek çok farklı müzik türünde albümler yaptı ve daha çok caz gitaristi olarak tanındı. “Cazın en özgür müzik türü olduğuna inanıyordum” diyor. Bu elbette şu an inanmadığı anlamına gelmiyor. Sadece hayatındaki tür skalası çok geniş. 1970’lerde New York’un bohem bölgesi Lower East Side’da (yani kuzey güney doğrultusunda uzayıp giden Manhattan adasının aşağısı ve doğusu) yaşarken her kapıdan, pencereden gelen Küba ritimlerini, Haiti rara müziğini, Hırvat düğünlerinden kopup penceresinden içeri giren melodileri benimsiyor zamanla ve hem enstrümanını hem zihnini dünyanın müziklerine açıyor. Bir yandan caz müziği öğrenip kulüplerde çalıyor, bir yandan stüdyolarda müzisyenlik yapıyor ve önüne ne gelse çalıp yevmiyesini çıkarıyor. Ribot’un büyük müzisyenlerle buluşup gruplarına eklemlenmesinin ardından hayatı da başka bir yön alıyor. Kendini araştırmaya veriyor, birlikte çaldığı insanın müzikal dünyasını anlamaya çalışıyor ve yıllar içinde değerli bir gitarist hâline geliyor. Bugün üniversitede müzik hocası aynı zamanda. 71 yaşında yayınladığı “Map of a Blue City” sanatçının geçen 30 yıla yayılan bestelerini bir araya getirdiği albüm. 1990’larda evde yaptığı kayıtlarla başlıyor. O dönem bir albüm olarak çıkarmak istiyor ancak masaya oturduğu Epitaph şarkıları çok karamsar buluyor ve albüm yapmayı reddediyor. “Başkalarıyla çalarken daha iyiyim” diyor, “kendi albümüm olduğunda gitar çalmak dışında başka meselelerle başa çıkmam gerekiyor”. Albümün kayıtları yedi yıl sürmüş. Ribot ham kayıtlardaki basitliğe ve yalınlığa bağlı kalmayı yeğlemiş albümü kaydederken. Albümün bir kısmını 2020’de ölen deneysel işleriyle tanınan prodüktör Hal Willner, bir kısmını Ribot’un bir diğer arkadaşı Ben Greenberg yapmış.
Ribot’un albümü yıllar boyu başkalarına müzik yaparak tanınmış ve yaşamış, ama bir yandan da evinde kendisi için kayıtlar yapmayı ihmal etmemiş bir gitaristin iç dünyasına ait. Bir bakıma kendine sakladığı şarkıları. Dikkatle ve yalın bir anlayışla kaydedilmiş, gitarın elbette ön planda olduğu şarkılar arasında sakin sakin geziniyor insan. Ribot albümün ardından bir de mütevazı kulüp turnesi başlatıyor. Bazen değerli şeyler kalabalık arenalarda değil küçük kulüplerin sahnelerinde bulunuyor. Geçen hafta karşıma gelen en dikkat çekici albüm.
Ne dinlesek?
Pulp yakında gelecek yepyeni albümden şarkılar paylaşmaya devam ediyor. Bu hafta prömiyerini BBC 6 Music’te Nick Grimshaw’un sabah programında yaptıkları “Got To Have Love” adlı şarkıyı platformlarda bulabilirsiniz.
ABD’li folk şarkıcısı MJ Lenderman harika çocuk muamelesi görmeye devam ediyor. 2024 albümü müzik basını tarafından en iyiler arasında gösterilmişti, bu hafta şarkıcı ve besteci Ben Kweller’a eşlik ediyor. Şarkının adı “Oh Dorian”.
İngiliz DJ ve prodüktör Daniel Avery, The Cure’ın son albümü “Songs of a Lost World”deki “Drone:NoDrone”u remikslemiş. Zaten endüstriyel bir havası vardı parçanın, Avery ikiye katlamış bu hissi.
Skunk Anansie’nin yeni albümünün adı “The Painful Truth”. 1990’ların rock’çıları, 1990’lar gibi çalıyor, kendi 1990’lar versiyonlarına biraz deneysellik katmayı da ihmal etmeden.
Bu hafta albüm yayınlayan tek ‘90’lar rock ekibi Skunk Anansie değil. Garbage’ın yeni albümü “Let All That Imagine Be The Light” yayında. Shirley Manson, sağlık sorunlarıyla, depresyonla mücadele ettiği bir dönemin ardından yeniden sahalarda ve her şey gayet iyi görünüyor.
Amerikalı şarkıcı, besteci ve yetenekli enstrümancı Ty Segall da bu hafta yeni albüm yayınlayanlardan. “Possession”, 10 şarkılık derli toplu bir retro rock albümü. Segall’ın revival’cı kafasını biliyoruz. O yüzden dinlerken muhakkak rock müziğinin zirvede olduğu bir on yıla ışınlanıyoruz. ‘60’lar ‘70’ler, ‘90’lar diye gidiyor dönemler. Tavsiye ederim çok eğlenceli albüm.