Sabah erkenden zift gibi simsiyah, üzeri altın köpüklü, dumanı dans eder gibi tüten bir kahve içmezsem kendime gelemiyorum. Bu bir filmden alınmış replik falan değil. Benim gerçeğim.
“Türk insanı çay içer” diye ezberden yazıp çiziyorlar. Sabah kahve içince Amerikan esintili falan oluyormuşuz. Kahve yabancıymış, çay bizdenmiş. Bunun gibi ezbere kalıplar. Çok Kafa dergisi okumaktan düşünmeyi unutmuş bir kitle var. Sesleri de çok gür çıkmakta çünkü karşılarında Behzat Ç. gibi “Saçma sapan konuşmayın be” diyen kimse yok.
Bu topraklarda 1920’lerden önce çay falan yoktur. Türk milleti kahve içer. Çay kadar gerçeğimizdir bu bizim.
Çay Cumhuriyet’le gelmiştir. Hoş gelmiştir. Başımızın üzerinde yeri vardır. Demli çay, ince belli bardak sohbetini kendi getirir. Bunları bilmiyor, anlamıyor, yaşamamış olabilir miyiz biz? Çay olmasa, günlük hayat olmazdı. O günlük hayat olmasaydı, Türk dizisi çekilemezdi. İçinde “Dur bi çay demleyeyim de öyle konuşalım”, “Çay demledim taze, girsene” olmayan herhangi bir Türkçe popüler metin düşünülebilir mi? Hayır.
Bunları biliyoruz, yaşadık, yaşıyoruz, seviyoruz. Bize bunlarla gelmeyin. Dinleyin.
Kahve çok önceden vardı. Önce bir gaz bulutu vardı misali, önce kahve vardı. Türk çayı yok ama Türk kahvesi var. Bizim genlerimizde kahve vardır. “İstanbul’da İki İskandinavyalı Seyyah” kitabında (Yapı Kredi Yayınları) Knut Hamsun ve Hans Christian Andersen’in İstanbul anıları bir araya getirilmiştir. İkisi de kahve içenlere kafayı takmıştır. Hamsun’un Sarıyer tarafından Sarayburnu’na kadar gemiyle ağır ağır 1890’ların İstanbul Boğazı’nda bir seyri vardır. Efsane notlar almıştır Hamsun bu gezide ve ardından Kapalıçarşı’da. Köy köy geçer Boğaz’ı. Onu en hayrete düşüren şeylerden biri sahil boyunca kahvelerde, ağaç altlarında, iskelelerde, kumsallara atılmış iskemlelerde kahve içen, dinlenen ve -ona göre- hayal kuran İstanbullulardır.
“Türkler hayatlarını işlerine adamazlar. Kâfi derecede iş yaparlar, kanaatkârdırlar. Azla yetinirler. Günlerini kahvehaneye gidip hayal kurarak geçirirler” diye yazmıştır.
“Avrupa’nın bu kadar yakınında yaşayan bir halk kendini telaşa kaptırmamakla ne kadar iyi bir şey yapmış oluyor. Şimdi şurada yirmi adam sedirlere uzanmış, fabrikalara, bürolara koşturup durmaktansa, sabahın keyfini çıkartıyor. Hepsinin de sabah keyfi yapmaya vakti var. Bu ülkede geçinmek oldukça ucuza mal oluyor. Bir dilim ekmek, bir soğan, bir yudum incir şerbeti bir Türk için bir öğün sayılabilir. İş öncesi ve sonrası da kahvehaneye gelir ya da cami avlusunda gölgede oturup hayal kurarlar.”
Bir Avrupalıyı şaşırtan, adeta çıldırtan bir durum. Bu insanlar neden koşturmuyor? Hem fakirler hem de keyif yapıyorlar. Kahve içip hayal kurmak bizim eski geleneğimizmiş demek ki. Bu iki seyyahın notlarında pek çok şüpheli saptama ve gözlem vardır bana kalırsa ve hiç de tutarlı değildir bu notlar. Ama bana kalırsa, kahve konusundakiler bu sınıfa girmiyor. Hepsi doğru.
Kahvenin güzel sohbeti, falı, vesairesi vardır ama bana göre kahvenin en güzel, en çekici yanı tek başına içilip hayal kurdurması. Mesela şu anda olduğu gibi yazı yazdırması. Kahve bireyselliktir. Bence medeniyetin
temeli de bireydir zaten. Kahve de
onun yoldaşı.
Gerçi günümüzde kahvehanede, kafede artık doğru dürüst kahve içen kimse de pek kalmadı. İstatistiklere göre mesela Starbucks’ta en fazla “Vanilya Latte” satılıyormuş. Gerçekten berbat bir şey. Ayrıca Starbucks’ın satışının yüzde 70’inin soğuk kahve türleri Frapuccino’lar falan olduğu biliniyor. İçine bir sürü şekerli şurup katılmış
garip Z kuşağı içecekleri.
Kahve derken bunları kastetmiyorum elbette. Ama hâlâ doğru dürüst siyah kahve içilen yerlerde, espresso, Türk kahvesi fark etmez, oturup yalnız başıma hayal kurmayı seviyorum. Demek ki Hamsun’un bahsettiği Türklerdenim ben de.
Çay vatan özlemi gibi, gelip geçiyor. Bazen giderek artan bir zonklama gibi kendini şiddetli hissettiriyor
ama geçiyor. Kahveyse kalıcı, vazgeçilmez, tatlı mı tatlı, sıcak mı sıcak, eski bir dost, bir alışkanlık.
Sabah kahvemi içerken hislerimi paylaşmak istedim. Pazar sabahı evinde ya da dışarıda kahvaltıda herhangi bir yerde kahvesini ve çayını içerek, her gün yeniden kurulan bu acayip dünyaya merhaba diyen herkese Londra'nın kahvelerinden selamlar.