Musevilikte de ölülerin törensel bir şekilde yıkanması gerekir. Bu, öleni günahlarından arındırmaz ama “öteki aleme” en azından bedensel olarak “temiz” gitmesi sağlanır.
Yurdumuzda son günlerde fırtınalar estiren TRT yapımı Gassal dizisi, hepimize hayatla ölüm arasındaki ince çizgiyi yeniden hatırlattı. Kendi varlıklarının bile henüz farkında olmayan bebeklerin, İsrail’in soykırımına varan mezalimi sonucu donarak ölmesinin bizi düşünmeye sevk edemediği şeyleri, Gassal filminin afişindeki “Peki, beni kim yıkayacak?” sorusu aklımıza getirdi. Aynı operasyonun İsrail’de de yapılması, siyonist olan veya olmayan bütün Musevilerin kendilerine, hükumetlerinin işlediği bu katliamın kendilerini, ülkelerini ve hatta dini inançlarını nasıl etkilediğini sormaları gerekir.
Musevilikte de inanların bedenlerini ve giysilerini yıkayarak kendilerini temizlemeleri emredilir. Museviler de ölülerini gömmeye hazırlamak için İbranice “Taharah” adı verilen gasil işlemini yapar. Bu sırada aile üyeleri, komşular ve diğer gelenler ilahiler söyler, dualar okur. Musevilikte herkes gassal olamaz; bu işlem Chevra Kadisha denen bir cemaatin üyeleri tarafından yapılır. Musevilikte de ölüler, beyaz, dikişsiz (ve cepsiz) kefenlere sarılır.
Bir ülke düşünün ki, halkının yüzde 98’i hayatın kutsallığına, öldükten sonra dahi temizlik gerektiğine varıncaya kadar inansın; ama bu halkın hükumeti, ordusu, uçağı, topu-tüfeği masum bebekleri, günahsız kadın ve erkekleri her gün yüzlercesini, bir buçuk yıldır sürekli, düzenle katletsin… Ve ahirete, hesap gününe inanan bu insanlar kendi adlarına işlenen bu cinayete, masumların hayatını yok eden bu vahşete seyirci kalsın? Üstelik bu insanlar, toplulukların, cemaatlerin, hatta tümüyle milletlerin “içindeki birtakım beyinsizler yüzünden helâk olabileceklerine” Tevrat’ın hükümleri ile inansınlar; ve sünnet dedikleri derlemelerde bu korkunç sonun birkaç kere başlarına geldiğine dair örnekler bulabilirlerse?
Halkları geleneksel inançlarına saygıları veya saygısızlıklarıyla yargılayacak değilim; ama bütün dünya siyonizme karşı toplu bir öfkeyle kaynarken, İsrail’de birkaç kentte bir araya gelebilen kitlelerin gösterileri sürerken, dünyanın her tarafındaki Musevilerin, sinagoglarında, havralarında sadece dinsel değil, ama bundan öte etnik bir kimlik atfettikleri İsrail’in, hükumetiyle, parlamentosuyla, iktidarı ve muhalefeti ile işlediği bu ortak cinayete ses çıkartmamaları, “ilahi adalet” kavramına inanan bütün insanları en azından hayrete düşürüyor olmalı. İnsanların, sadece bireysel sorumluluğu yoktur; toplu sorumlulukları, etnik ve inanç grubu olarak da sorumlulukları vardır.
Ölümle hayat arasındaki ince çizgiyi her ne sebeple olursa olsun, hatırlıyorsak; kendi ölümümüz bize öteki dünya yolculuğumuzun hangi ritüellerle, hangi dualarla, nasıl yıkanarak, nasıl kefenlenerek olacağını düşündürüyorsa, ülkemizin, bizimle aynı inançtaki insanların toplu sorumluluğunu da düşündürmelidir. İsrailli her Musevi, İsrail’in yarınını, dünya uluslar topluluğu içinde nasıl bir yeri olacağını düşünmek zorundadır. İsrail diğer ülkeler gibi, etnik bir grubun bir araya gelmesiyle kurulmadı. Avrupa’nın yüzyıllar süren mezalimi ve 20 yüzyılın en korkunç olayı olan Holokost (Yahudi soykırımı) denen olayın sonunda, “Eretz Yisrael” “Yahudilere için vatan” projesi olarak kuruldu.
Bir sapık zihniyet, “İsrail’de Yahudi’den başkası yaşayamaz!” diyen siyonizm, bu topraklarda binlerce yıldır oturan insanları, Müslüman, Hristiyan demeden 77 yıldır öldürerek, sürerek, topraklarını, evlerini, tarlalarını ellerinden alarak, bütün Yahudiler adına katliam yapıyor. Bu katliamın haklı reaksiyonunu, durması için meşru direniş hakkının kullanılmasını fırsat bile Siyonizm, İsrail’i, Amerikası, Avrupası ile, şimdi terörizme karşı kendini savunma kisvesi altında 460 gündür yeni cinayetler işliyor.
Her Musevinin sorması gereken soru budur: İsrail bundan sonra hiç temize çıkabilecek mi?