Hakkı Öcal

Hakkı Öcal

hakki.ocal@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

İsrail, Gazze’de ve Batı Şeria’da toplama kampları kurdu ve Filistinlileri buralara hapsetti. İstediği zaman bu toprakların istediği bölümünü işgal ediyor, ilhak ediyor; oralarda yaşayan Müslümanları sınır dışı ediyor, hapsediyor ve keyfi öldürüyor.

7 Ekim’den sonra bu cinayetlerin yoğunluğu o kadar arttı, teröristlerle mücadele kisvesi altında o kadar çok Filistinli öldürüldü ki, Güney Afrika başta olmak üzere vicdanlı milletler, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (ICM) bu cinayetleri durdurmak üzere harekete geçmesini istedi. ICM de İsrail’in Gazze’deki katliamının soykırımı (jenosit) boyutuna vardığını belirterek, bunun sorumlusu olan İsrail Başbakanı Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant’ın tutuklanmasını kararlaştırdı. (Gallant daha sonra yerini Israel Katz isimli kişiye bıraktı.)

Haberin Devamı

İsrail, Hamas’ın 7 Ekim baskınına sebep olan işgal ve cinayetlere, kurulduğu 14 Mayıs 1948’den çok önce başlamıştı. İsrail’in kuruluş ideolojisi olan siyonism, Avrupalı Musevilerin 1920’lerde o zaman Birleşmiş Milletler’in “manda (vekalet) yönetimi” altındaki Filistin’e göçüyle, bu toprakları “Musevi devleti” yapmak üzere Arapları zorla göçe, evlerini ellerinden almaya ve bunu beceremezlerse onları öldürmeye başlamıştı. İsrail resmen kurulmadan bir yıl önce, hala “Nakba - Büyük Felaket” olarak hatırlanan, 700 bin kişinin sürülmesi ve çoğunun öldürülmesi gerçekleştirilmişti.

Bu tarihten sonra bütün İsrail hükumetleri, bu Siyonist cinayet şebekesinin elinde olmadı. Şaron, Dayan gibi vahşetleriyle hatırladığımız başbakanlar, savunma bakanları olduğu gibi, İzak Rabin gibi, Filistinlilerin eşit vatandaşlık haklarına sahip olmasını isteyen, Filistinlilerle Oslo Anlaşmalarını imzalayan (ve bu sebeple Siyonistlerin suikastına kurban giden) başbakanlar da vardı. Rabin’in de önce subay, sonra siyasetçi olarak, geçmişinde baskınlar, cinayetler vardı; ama sonuçta “Yahudi devleti” adı altında bir İsrail fikrinden vazgeçmişti.

Türkiye’nin Suriye ile ilgisi, PKK uzantılarının burada, Türkiye sınırında bir terör koridoru oluşturmasına engel olma siyaseti olarak biliniyor; hatta Trump’ın da geçen hafta provakatif bir tarzda “Türkiye’nin Suriye’yi aldığı” sözleri de bu bilginin sonucu. Türkiye’nin dostu olan herkes, bu ilgiye, bu siyasete saygı göstermek zorundadır.

Haberin Devamı

Ancak Netanyahu gibi, Siyonizmin Amerikalı avukatları gibi, İsrail’in ırk ayrımı (Apartheid) devleti olmasını, “settlement colonialism” (yerleşim sömürgeciliği) siyasetinin bu topraklarda tek bir Müslüman kalmayıncaya kadar, “Filistin” adını yaşatacak tek bir köy kalmayıncaya kadar sürmesini açık-gizli savunanlar, Türkiye’nin bölgesinde güçlenmesini, söz sahibi olmasını istemezler. Nitekim Netanyahu, Türkiye’nin Suriye’de yeni yönetimle askeri işbirliği görüşmeleri haberleri çıkmaya başlayınca soluğu ABD’de aldı ve Trump’tan “Türkiye’ye engel olmasını” istedi.

Ne var ki Trump, Netanyahu’ya sadece akıllı olması nasihatinde bulundu ve yüz-geri yolladı.

Türk Silahlı Kuvvetleri, savunma ve diplomasi kurmayları, ve uluslararası arenada Netanyahu’yu tanıyanlar, bu hezimetin ona ve Siyonistlere ağır geleceğini bildikleri için “kaza kurşunu ile çatışma” denen beklenmeyen durum olasılığını yüksek görerek, bir “Suriye’yi konu alan bir çatışmasızlık mekanizması” için harekete geçtiler. Ve ne yazık ki TSK bünyesinde kurmay eğitimi görmüş ama üstüne bulaşan “NATO subayı” kisvesini atamayanlar başta olmak üzere bir “Vay efendim, İsrail’le görüşmeler…” feryadı yükseldi.

Haberin Devamı

İsrail’in bir “Yahudi devleti” olduğunu reddeden, Gazze ve Batı Şeria’yı birer hapishane olmaktan çıkartmak üzere kolları sıvayan bir hükumet işbaşına geldiğinde, elbette o hükumete, bütün İsrail halkına, dolayısıyla tüm bölgeye yardımcı olmak üzere “İsrail ile görüşmeler” başlayacaktır. Ve kimsenin şüphesi olmamalıdır ki, bu görüşmeler ortaya bir uzlaşma çıkartacaktır.

Neden uzlaşmayacakmışız ki, halkının yarısından fazlası Filistinli olacak bir devletle?