Cumhurbaşkanı Gül’ü dikkatle dinlemeliyiz: “İmaj için on yıl uğraşırsınız, bir haftada yıkarsınız”.
Gezi Parkı protestosu başından itibaren kötü yönetildi.
Sonuç: İçeride, “toplumsal bölünme” riskinin artması, dışarıya karşı da, “içe kapanma”. Ve, böylece, Türkiye’nin “model ülke olma” niteliğini/algısını/imajını kaybetmesi.
Son 10 yıldır Türkiye, küresel görünürlüğü her gün biraz daha artan ve aktif dış politikasıyla “bölgesel güç-küresel aktör” niteliği kazanan bir ülke oldu.
Türkiye’nin, ekonomik dinamizmi ve yeni girişimci orta sınıfları; laik anayasal rejimi ve modernitesi; çoğunluğu Müslüman toplumsal yapısı içinde İslam-demokrasi birlikteliğini sergileyen AK Parti deneyimi, bölgesel ve küresel ölçekte, “model ülke” algısını yarattı.
11 Eylül terörü, Arap Baharı ve küresel ekonomik kriz, Türkiye’nin model ülke algısını güçlendirdi.
Ben, Gezi Parkı protestosunun, bu algıyı daha da güçlendirici nitelikte olduğunu düşünüyorum.
Gezi Parkı, yaratıcı ve katılımcı kentli vatandaşlık kültürünü sergilemesi bağlamında, Batı’nın Türkiye’ye önyargılı bakışına çok önemli ve etkili bir yanıt olarak okunabilirdi.
AB’den gelen heyetler, Gezi Parkı’nı böyle okudular.
Başbakan ve AK Parti’yse, tam tersi bir tavır aldı.
Çok hatalı bir Gezi Parkı okuması yaptı ve büyük bir fırsatı kaçırdı.
Türkiye’nin model olma algısı şu unsurları içeriyor:
Küresel dünyayla aktif olarak bütünleşme; ekonomiden dış politikaya uzanan bir alanda bölgesel ve küresel işbirliklerini önemseyen bir hareket tarzı; Avrupa Birliği tam üyelik sürecini götüren bir ülke olma ve Doğu ile Batı arasında bir “köprü” niteliği taşıma.
Cumhurbaşkanı Gül’ün on yılda uğraşarak kazanılan “imaj” dediği de, tam da bu algısından çıktı.
Gezi Parkı protestosu ve sonrası gelişen olayların, özellikle Başbakan Erdoğan’a karşı içeriden ve dışarıdan tasarlanan bir “komplo” olarak algılanması ve bu algı üzerinden Başbakan’ın geliştirdiği sert tepki, bir anda, Türkiye’yi, Batı ile kavgalı, içe kapanan ve model ülke niteliğini kaybeden bir ülke görüntüsüne savurdu.
Türkiye’nin, özellikle haklar ve özgürlükler alanında zayıf olan demokrasi performansı, gerek Gezi Parkı protestosunda uygulanan aşırı şiddet, gerekse de Başbakan’ın ötekileştirici söylemiyle, iyice zayıfladı.
Türkiye, otoriterliğe savrulan bir ülke olarak konuşulmaya başlandı.
Türkiye’nin “ekonomik performansı iyi, ama otoriter eğilimler gösteren, zayıf ve sınırlı demokrasiye sahip ülke imajı” güçlendi.
Yurtdışı yazılı ve görsel medyada, Başbakan’ı odak alan “tek adamlık” ya da “otoriterlik” tartışması önemli bir gündem maddesi oldu. Dahası, Gezi Parkı protestosu, İslam ve muhafazakarlık temelinde, laik orta sınıflarla İslamcı muhafazakarlar arası yaşanan “kültür savaşı”na indirgendi.
Başbakan, Avrupa Parlamentosu’na, Avrupa Birliği’ne, Avrupa Birliği aktörlerine, uluslararası medyaya, Avrupa ülkelerine ve genelde Batı’ya karşı çok sert bir tavır alarak, bu algıya yanıt vermeyi tercih etti.
Bu tavır, yurtdışında oluşan otoriterlik, sınırlı demokrasi ve tek adamlık algısını daha da güçlendirdi.
Şüphesiz ki, Batı ve uluslararası yayın kuruluşları bu süreci, Başbakan’a ve Türkiye’ye karşı kendi lehlerine kullandılar. Süreci manipüle ettiler.
Ama bu, Başbakan’ın Gezi Parkı protestosunu bir “komploya” indirgeyen hatalı okuması ve böylece, kendisini ve Türkiye’yi dış manipülasyonlara kırılgan hale getirmesi gerçeğini değiştirmiyor.
Bu hatalı okuma, Türkiye’nin bölgesel ve küresel algısına çok büyük zarar verdi.
Türkiye’ye Batılı ile kavgalı ve içine kapanan bir ülke görüntüsü verdi.
Hem de, sınırımızda çok ciddi bir Suriye sorunu varken, içerde de, çözüm süreci ince dengelerde ilerlerken.
Umarım, Cumhurbaşkanı Gül’ün ikaz ettiği “bir hafta” süresi daha bitmiş değildir.