Sahnede bir kadın ve bir erkek. Sessiz, keskin bir hüzün aralarında. Nikah şahitliklerini de yapan çok sevdikleri İskender Abi’lerini kaybetmişler çünkü. Üstelik cenazeyi kaldırma görevi de onlarda. Dahası iki gün sonra boşanma davaları var. Ama söz vermişler İskender Abi’lerine, onu en güzel şekilde yolcu edecek, herkes gittikten sonra yazıp onlara bıraktığı mektubu mezarın başında okuyacaklar.
Cenaze evindeler. Balkonda sohbet etmeye başlıyorlar. Kadın “başın sağ olsun” ifadesinden hoşlanmadığını söylüyor. “Ölen öldü, senin başına kötü bir şey gelmesin” gibi algıladığını ve bundan rahatsızlık duyduğunu. Peki acaba bu anlama mı geliyor başın sağ olsun? Erkek hemen Google’a soruyor ve gerçek anlamı ortaya çıkıyor. “Başan sağalsın”dan türetildiği ve “Yaran iyileşsin” demek olduğu. Hemen ardından kadın erkeğin bu bilgiyi çok eskiden beri biliyormuşçasına ‘ortamlarda satacağı’nı söylüyor. Bir anda az önceki sessiz hüzne, gerisinde dopdolu bir bagaj olan karı koca gerilimi yayılıyor. Hesaplaşmanın fitili ateşleniyor. Konu konuyu açıyor. Eski defter sayfaları gözden geçiriliyor. “Sen bir gün şöyle yapmıştın” diye başlayan suçlayıcı cümleler havada uçuşuyor.
Hayat manifestosu
İskender Abi’lerinin eski eşlerinin de aralarında olduğu misafirler ağırlanıyor. Tavuklu pilavlar servis ediliyor, helva kavruluyor, bulaşıklar yıkanıyor. Bunlar yapılırken bir yandan cenaze ritüellerini bir yandan ilişkilerini sorguluyorlar. Aslında aynı anda iki cenaze birden kaldırılıyor. Gözyaşlarıyla, gülümsemelerle, iğneli laflarla, şefkatle, öfkeyle…
Bülent Emrah Parlak’ın senaryosunu yazıp ‘erkek’ karakteri canlandırdığı, Elit Andaç Çam’ın ‘kadın’a hayat verdiği “Leyla ile Mecnun Değil” adlı bu oyunu Murat Eken yönetiyor. Öncelikle çok parlak bir metni var oyunun. Tuttuğu aynanın bir yüzüne ölümü diğer yüzüne yaşamı yerleştirmiş. Böylesi iki ağır temayı su gibi akan diyaloglar arasında zarifçe ele alıyor. Dahası ‘ölüm’le yüzleşmekten deli gibi korkan, ölümlülüğünü kabul etmeyen çoğunluğa kahkahalar üzerinden bir fırsat veriyor.
Kabullenmek konusunda zorluk çekenler için tatlı bir reçete gibi “Leyla İle Mecnun Değil”. Hayatın bir gün biteceğine, gökyüzünde her türlü hoş sadaya yer olduğuna dikkat çekiyor. Diğer yandan ilişkilerin de bitmek fiilinden muaf olmadığını vurguluyor. Bununla kalmayıp dostça devam edilebilir iddiasını paylaşıyor seyirciyle. Bunu incelikli ve zekâ küpü bir mizahla yapıyor. Tadından yenmez hicivleriyle insanın içini soğutan bir katarsis yaratıyor.
Bülent Emin Parlak, ‘değerli kelime’ işçiliğinin tadını çıkararak yazdığı metinde, ‘erkek’ rolünün hakkını usta işi, temiz bir oyunculukla veriyor. Elit Andaç Çam, metindeki ‘kadın’a üflediği ruhla göz kamaştırıyor. Oyunun sonunda, ünlü bir yazar olan İskender’in Tanrı’yla yaptığı sohbeti anlatan mektup ise tek başına bir ‘hayat’ manifestosu, ölümden mamul olmuş.
Özetle çok sevdim “Leyla ile Mecnun Değil”i. Çok güldüm, çok eğlendim. Yangından bir gün önceydi izlediğimde. Biliyorum şimdi gülünecek zamanlar değil. Yasımız var. Hafiflediğinde, sanatın iyileştirici gücüyle rehabilite olacak dermanı kendinizde bulduğunuzda mutlak gidip izleyin.
Nasıl olacak bilmiyorum ama… Başımız sağ olsun.