Geçenlerde Almanya’da cep telefonum bozuldu. Ekranı pırpırlandı önce, yüzü beyaza döndü, sonra bazı tuşları hissizleşti; yazamadı bir süre; kimselerle konuşamadı.
Can çekiştiğini anladım, kalp masajı yapar gibi yüklendim tuşlarına; ısrarla bastım; sonuçsuz...
Aküsünü söktüm, yeniden taktım. Şarja bırakıp başucunda bekledim uzun süre...
Yok... Dönmedi bir daha...
Avucumun içinde söndü gitti adeta...
* * *
Uzun yıllardır ilk kez cebim telefonsuz kalmıştı.
Hem de gurbet elde, tanımadığım bir kentte...
Bir anda sokağa çıplak çıkmışım gibi bir eksiklik hissine kapıldım.
Ne yapsam, mutlak yanımdaydı.
Sabahları beni o uyandırırdı.
Herkesten önce onunla ilgilenir, ilk onunla konuşur, kimseyi dinlemediğim kadar onu dinlerdim.
O da bıkmadan beni dinlerdi.
Sadece telefonum değil, sırdaşım, oyuncağım, sekreterim, saatim, ajandam, rehberimdi.
Röportajda teybim, seyahatte videom, fotoğraf makinemdi.
Bana müzikler dinletir, klipler izletir, kaybolsam yol gösterir, arayanları bekletir, mesajlarımı biriktirirdi.
Sır küpüm, kara kutum...
Zora düştüğümde cankurtaranım. Yalnızken can yoldaşım. Eğlencem, arkadaşım.
El ele, yanak yanağa geçirdiğimiz onca zamandan sonra işte günün birinde, Almanya’da bir yol ortasında aküsünü tüketmiş, bana veda etmişti.
* * *
Fakat ne yalan söylemeli, önce şaşırdıysam da, nasıl kinlendiysem aslında, o an, “Oh olsun” diye geçirdim aklımdan:
“Geberdi de kurtuldum namussuzdan!”
Yıllardır sanki ben onu değil, o beni avucuna almıştı.
El kadar cihaza esir düşmüş, onsuz tuvalete bile gidemez olmuştum.
En olmadık yerde car car söylenir, bazen susmak bilmez, iki dakika rahat vermezdi.
Dedikoducu, hatta ihbarcıydı.
Kiminle, ne zaman, ne konuştuğumu bilir, bilmekle kalmaz, sinsice resmi makamlara da dinletirdi.
Yanından bir dakika ayrılsam, mesajlarımı, yazışmalarımı ele verir, kiminle, ne kadar görüştüğümün çetelesini tutar, detaylarını bildirir, üste bir de okkalı fatura getirirdi.
Üstelik alırken, “Dikkat et, beynini yer” demişlerdi.
Onunla çok konuşursan, adamı hasta ederdi.
* * *
5-10 dakika kadar telefonsuzluğun keyfini sürdüm.
Sonra onsuz kaldığımı yakınlarıma bildirmek istedim.
Ama bunu, ancak o yapabilirdi. Üstelik ona çok güvendiğimden yakınlarımın telefonun numarasını bile unutmuştum. Hafızam ondaydı.
Issız bir adama dönmüştüm; mesajlarıma bakamıyor, yolumu bulamıyor, randevularımı unutuyor, kimseyle konuşamıyordum.
Cepsiz, kimsesizdim.
Elim ikide bir cebime gidiyor, yokluğu o zaman aklıma geliyordu.
Giderek paniklemeye başladım. Sanki ülkede çok önemli şeyler oluyor, sevdiklerimin başına bir şeyler geliyor, benim haberim olmuyordu. Herkes beni arıyor, arayan da bulamıyordu.
Ve hin oğlu hin telefon, yattığı yerden, “Gördün mü bensizliği” der gibi gülüyordu.
* * *
Birkaç saat sonra, daha fazla dayanamayacağımı anladım.
İlk mağazaya girip yeni telefon aldım.
Yanak yanağa sohbete başladım.
İhbarcıydı, sıkıcıydı, çenebazdı ama cebimdi benim...
Onsuz yaşamaya henüz hazır değildim.