Bir psikiyatr, çalıştığı klinikte hayvanlarda kullanılan ilaçları çocuklara verdiği, ailelere cinsel istismar tuzağı kurduğu gerekçesiyle ağır hapis cezasına çarptırıldı.
Bir psikolog, çalıştığı üniversitede çocuklara kendi kullandığı anti depresanları verdiği, dönüştürme seansları adı altında bu çocukları istismar ettiği gerekçesiyle soruşturma geçirdi ve görevinden uzaklaştırıldı.
Devlet hastanesinde çalışan bir başka psikiyatr da hastalara biber gazı sıktı, elektroşokla korkuttu, personele silah çekti. Tutuklanan doktorun evinde yapılan aramada beş adet havalı tabanca, üç adet elektroşok cihazı, iki adet biber gazı bulundu.
Bu olaylar münferit mi? Yoksa akıl sağlığımız derin bir kırılmanın eşiğinde mi?
Bana göre; toplumsal sağlıkla ilişkili bazı psikiyatri uzmanlarının bile tacize, istismara ve şiddete yönelmesi içinde bulunduğumuz çağın ruhsal açıdan ne kadar kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor.
Öyle ki, yeni dünya düzeninde insanın varlığına anlam bulma çabası, giderek içinde bulunduğumuz hayata, yaşama, olaylara tahammül etme sınırlarımızı zorlayan, inancımızı sınayan bambaşka bir çabaya dönüşmüş görünüyor.
Çünkü bu tür vakalar artık yalnızca eğitim düzeyi ya da yaşam standardı düşük kesimlerde olmuyor.
Aksine akıl sağlığı ile meslek etiği arasındaki kopuş çeşitli meslek gruplarında da vuku buluyor.
***
Bu durum yalnızca sağlık sektörüyle sınırlı değil.
Eğitim seviyesi ya da mesleki statü artık “doğru” insan olmaya yetmiyor. Modern birey için artık bir insanın eğitimli olması da onu “iyi” yapmıyor.
Pek çok eğitimli insan, sadece mesleği kötüye kullanmıyor, toplumun mesleğe olan güvenini de sarsıyor.
Son yıllarda özellikle hukukçu, akademisyen, mühendis, öğretmen, sanatçıların medyada da yer bulan etik dışı davranışlarını başka nasıl açıklamak gerekir bilmiyorum.
Oysa hiçbir meslek yalnızca diploma ile icra edilmez.
Her mesleğin bir pusulası vardır.
Bir doktor, bir hakim, bir öğretmen; sahip olduğu unvanla değil, o unvanı taşıma biçimiyle anlam kazanır.
Toplumlar da böyledir. Yasalarla, kurallarla, etik kodlarla değil, o kurallarla inançlarla ayakta kalırlar.
Peki ya meslek ahlakı? O da toplumsal, evrensel değerlerle şekillenir.
Sonradan kazanılır mı bilmiyorum ama ahlak ya vardır ya da yoktur….
Tam da bu nedenle sizin eğitimli- eğitimsiz olmanız fark etmiyor.
Sorun şu ki; inancını yitirmiş bir toplumda değerler yok oldukça, psikolojik dengeler de hızla bozulur.
İşte o zaman geriye yalnızca tabelalar, semboller kalır.
***
Bir mesleği tartışmalı hale getiren şey de budur; mesleğin dayandığı temellerin sarsılması…
Bilgi ve ahlak arasında mutlak bir bağ yoktur ama her mesleğin kendi ilkeleri, ahlaki kuralları vardır.
Bilimden sapan akademisyenler, adalete olan inancı sarsan hukukçular, şiddet uygulayan öğretmenler, malzemeden çalan mühendisler…
Tüm bu örnekleri çoğaltabiliriz ama burada önemli olan şey olan şey, insanın çözümünü beklediği, umut ettiği yerden vurulması…
Toplumun en güvendiği alanların birer tehdit haline gelmesi, insanın güven kaybına uğraması ve umudunu yitirmesi.
Bu da bireylerin ruh sağlığının daha da bozulmasına neden oluyor.
Zaten yapılan birçok araştırma çağımızın en büyük sorunlarından birinin umut ve güven kaybıyla oluşan “duygusal tükenmişlik” olduğunu gösteriyor.
Üstelik, küresel ölçekte ruh sağlığına bağlı ilaç kullanımı da dikkat çekici bir oranda artıyor. Hatta en çok satan 10 ilaçtan üçü antipsikotik ilaç…
Dolayısıyla dünya ilaç pazarının yaklaşık dörtte birini ruh sağlığı tedavisinde kullanılan ilaçların oluşturmasının bir anlamı olmalı.
Türkiye’de bugün 60-70 milyon kutu antidepresan kutu kullanımdan bahsediliyorsa önümüzdeki 10 yıl içinde nüfusun yarısı antidepresan kullanacak demektir.
Peki biz kime güveneceğiz?