Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bayrağa her ülkenin yüklediği anlam aynıdır:
Bayrak bir ülkenin varlık sebebidir, kimliğidir, bağımsızlığının göstergesidir. Hassasiyetler farklı olsa da...
2. dünya savaşı sırasında Amerikalı subayların Japonlara ait küçük bir adada, Suribachi tepesine ülkelerinin bayrağını dikmesi, 1945’de fotoğrafı çeken Joe Rosenthal’a sadece Pulitzer Ödülünü kazandırmadı, bayrağın bir ulusun elinden başka bir ulusun eline geçmesindeki rolü ve önemini de ortaya koyan bir propagandaya dönüştü.
Türkiye’nin bayrakla ilişkisi de her zaman sorunlu oldu.
Bayrak dikilse de indirilse de “hassasiyet” gösterdik. Ya aşırı ırkçılığa varan bir söylem üzerinden ya da provoke eden eylemler üzerinden bayrakla olan ilişkimizi paradoksal bir biçimde sürdürdük.
Kardak krizi keçilerin otladığı adacığa bayrak dikme yarışından çıkmıştı... Bundan dört yıl önce de Ağrı Dağı’na tırmanarak zirveye Ermenistan ve Dağlık Karabağ bayrakları dikilmesini Türk medyası olarak hemen Ermeni diasporasına bağlamıştık. Oysa dağcılık yapan herkes bilir ki; zirveye çıktığınız zaman sembolik olarak kendi ülkenizin bayrağını dikersiniz. Everest’in tepesinde Türk bayrağı da dâhil sayısız yabancı millet bayrağının dalgalanması bundandır.
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’da 2. Hava Kuvvet Komutanlığı garnizon sahası içindeki Türk bayrağının bir protestocu tarafından indirilmesi üzerine Türkiye medyasına milliyetçi bir söylem aniden ve yeniden hâkim olması oldu.

Medya nerede durmalı?
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yasemin İnceoğlu, medyanın görevinin vatan, millet, bayrak propagandası yapmak olmadığını belirterek söz konusu haberle ilgili medyanın kullandığı dili eleştiriyor. Irkçılığın söylem ve eylem alanında birlikte yürüdüğünü, ırkçı ve milliyetçi söylemlerin ise eylemleri doğurduğunu hatırlatarak basının eskiden olduğu gibi yine birbirini tehdit eden, tahrik eden dilden vazgeçmesi gerektiğini hatırlatıyor.
Medya etiği ve ötekileşme üzerine çok önemli çalışmaların altına imza atan Prof. Dr İnceoğlu’na göre; çatışma döneminde çözüm odaklı barış gazeteciliğini devreye sokarak halkı doğru ve sağlıklı bilgilendirme, nefret dilini üretmeme, savaş çığırtkanlığı yapmama gibi hususlara özen göstermemiz gerekiyor.

Gazeteci sorgular
Gazetecinin kendisine sunulan bilgi ya da belgeleri araştırmadan, sorgulamadan, habercilik refleksini kaybederek olayı okura aktarması haberin doğruluğu açısından nasıl sorun yaratırsa, bazı haberlerde kullanılan dil de benzer sorunları yaratmakta.
Dünya’nın değişiminde önemli bir rol oynayan medyanın, kullandığı dil açısından ırkçılığın yeniden ortaya çıkmasında önemli bir rol oynadığı da artık bilinen bir gerçek. Dolayısıyla Türkiye medyası sürekli olarak birini ötekine karşı kışkırtan milliyetçilik algısı üzerinden yarattığı neredeyse ırkçılığa varan dilini törpülemek zorunda.

Herkese görev düşüyor
Kamuoyu dediğimiz şey; toplumun ortaklaşa yargısını yansıtan düşünce ve kavramların toplamı ise, kamuoyu oluşturmak da bir konuda toplumu yönlendirmek demektir. Medyanın kamuoyu üzerinde etkili olduğu ve onu yönlendirme konusunda en etkili araç olduğu yapılan araştırmalarla da kanıtlanmışken hala ırkçı söylemde ısrar etmek sadece bu ülkeye zarar verir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin simgesi olan bir bayrağa yapılan çirkin bir saldırı, muamele elbette bu devlete yurttaşlık bağıyla bağlı insanları rencide eder.
Ancak Prof. Dr İnceoğlu’nun da dediği gibi bu sembolik eylemin bir provokasyon olup olmadığını bilmeden, bu provokasyona körükle gitmek, savaş kışkırtıcılığı yapmak gazetecilikle bağdaşmaz. Sorumlu gazetecilik, bir bayrak üzerinden ‘biz’ ve ‘onlar’ kutuplaşmasının tuzağına düşmez.
Bu konuda yalnız medyaya değil şüphesiz, iktidara ve muhalefete de kullandıkları dil açısından büyük görev düşüyor.