Belma Akçura

Belma Akçura

bakcura@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Ceza suçluyu dönüştürmeye yeter mi? Yoksa vicdan toplumun inşa ettiği bir şey mi? Kuşkusuz adalet sisteminde yapılan her reform, belirli bir teknik iyileştirmeyi hedefler.

Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un açıkladığı yeni infaz düzenlemeleri, toplumda giderek kökleşen cezasızlık algısını kırmayı amaçlıyor.

Yeni düzenlemeyle artık 6 ay hapis cezası alan biri en az 9 gün, 2 yıl ceza alan biri ise en az 36 gün cezaevinde kalacak.

Bakan Tunç’un 3,6 milyon suçluya yönelik iyileştirme faaliyeti, 1,4 milyon kişiye kamu hizmeti görevi, 71 bin kişinin elektronik izleme sistemine dahil edilmesi yönündeki açıklamaları da devletin yalnızca cezalandırmak değil, suçluyu topluma kazandırmak gibi bir hedefi olduğunu gösteriyor.

Haberin Devamı

Toplumun adalet anlayışı sadece yasalarla değil, toplumsal hafızayla, ahlakla ve şiddetle kurduğu ilişkiyle de şekillenir.

Yani ceza ve rehabilitasyon suçlunun zihninde bir değişim yaratmıyorsa, yasaların da işlevi kalmaz.

Bu nedenle ceza süresinden önce değişmesi gereken, suçun toplumsal algısı.

Cezanın süreyle değil, anlamla ilgisi var.

Failin dönüşmesi için toplumun da şiddetle ve cezasızlıkla ilişkisini gözden geçirmesi gerekiyor.

Şiddeti bir erkeklik göstergesi, uyuşturucuyu bir çıkış yolu, kadına saldırıyı “namus” bahanesiyle meşrulaştırdıkça, suçlunun değişmesini beklemek tek taraflı bir hayal olur.

Buna rağmen adalet reformlarının en çok tartışılan yönü, hangi suçun ne kadar ceza aldığıyla ilgili olması da düşündürücü.

Çünkü failin zihninde “Yatar, çıkarım” düşüncesi hâkimse, ceza yalnızca geçici bir formaliteye dönüşür.

Bu yüzden infaz sistemini ne kadar düzenlerseniz düzenleyin, toplum suçun meşruiyetini koruduğu sürece gerçek bir adalet duygusu oluşamaz.

Adaletin başarısı cezaların süresiyle değil, toplumda yarattığı dönüşümle ölçülür.

Hukuk yalnızca suçla değil, suçu doğuran kültürel ve sosyal ortamla da mücadele etmelidir.

Burada belki de hukuk sosyolojisi devreye girmeli; ceza hukuku sadece failin eylemine değil, yetiştiği çevreye, suça iten eşitsizliklere dair analiz üretmelidir. Aksi takdirde düzenlemeler sadece sistem güncellenmesi olur.

Haberin Devamı

Modern ceza sistemleri yüzyıllarca suç işleyeni cezalandırma fikriyle yürüdü.

Ancak 20. yüzyıldan sonra bu yaklaşımın suçluyu dönüştürmediği, toplumu daha güvenli kılmadığı görüldü.

Peki, failin yeniden suç işlemeyeceğine dair toplumsal güveni nasıl inşa edeceğiz?

Bu konuda failin cezalandırılması değil, dönüştürülmesi üzerine kurulu çok iyi uygulamalar da var. Norveç’te Bastoy Cezaevi gibi…

Mahkûmlar hücrelerde değil, küçük evlerde yaşıyor.

Tarımda, marangozlukta, mutfakta ya da adanın bakım işlerinde çalışıyorlar.

Cep telefonu kullanabiliyor.

Üstelik çoğu ağır suç işlemiş kişiler.

Bastoy’un felsefesi şu soruya dayanıyor: Bu insanlarla günün birinde yine aynı otobüste mi yolculuk etmek istersiniz, yoksa onları dışlayarak yeniden suç işlemelerine mi yol açmak istersiniz?

Peki, bu sistem gerçekten işe yarıyor mu? Veriler evet diyor.

Norveç’te bu cezaevinden çıkanların yeniden suç işleme oranı yüzde 20’nin altında.

Aynı oran Türkiye’de yüzde 70’e kadar çıkıyor.

Haberin Devamı

Fakat geçtiğimiz aylarda Norveç’te ülke genelinde eğitimli gardiyan yetersizliği ve mahkûmlar arası şiddetin arttığı da raporlandı.

Bu da gösteriyor ki insan kaynağı ve nitelikli kadrolar olmadan sistem sürdürülebilir değil.

Rehabilitasyon için insan kaynağınız yeterli değilse, güvenlik açığı büyüyor.

Mahkûmlarla empati kuracak uzmanları eğitemiyorsanız, sistem hayal kırıklığına dönüşebiliyor.

Yani mesele ne kurduğunuzdan çok onu nasıl işletebildiğinizdir.

Ceza ne kadar uzun sürerse sürsün, eğer fail kendisiyle yüzleşmiyorsa, mağdur sesini duyuramıyorsa, toplum sürecin dışında kalıyorsa o ceza sadece bir ara verme olur. Toplumsal huzur ise o arada değil, suçlunun sonrasında yaşadığı dönüşümde saklıdır.