Değerli okurlarım, ülkemizin içine itildiği kısır, anlamsız ama çok da tehlikeli iç çekişmeler manşetleri işgal edince ekonomiye olan ilgimiz azaldı. Ben de epey bir süredir ekonomi ile ilgili yazamadım.
Bugün sizinle yeniden önem kazanan tarım sektörünü konuşmak istiyorum. Türkiye, uygulanan yanlış kur politikaları yüzünden sanayide ithal mallar ile rekabette zorlanınca nihayet “tarımın faziletleri”ni keşfetmeye başladı.
Bana, “Türkiye’nin 20’nci yüzyılda yaptığı en büyük iki ekonomik hata neydi?” diye sorarsanız. “Bunlardan biri 1950’lerden başlayarak tarım sektörünü küçümsememizdir. İkincisi de 1990’laran başlayarak ülkemizi ‘sıcak para’ya açarak kurları aşağı çekip Türk lirasını aşırı pahalı hale getirmemizdir” derim! Sıcak paranın Türkiye’yi krizlerden krizlere nasıl savurduğunu yıllardır defalarca yazdım, öneriler yaptım. Bugün o konuya girmeyeceğim.
Tarım sektörüne gelince; bu sektör benim ilk göz ağrımdır! Doktora tezim Türkiye’nin kalkınmasında tarımın oynayabileceği çok etkili rol üzerinedir. O yıllarda bu sektörle ilgili şu sonuçlara varmıştım:
1. Türk tarımının hektar başına verimliliği, benzer iklim kuşağındaki tüm Kuzey Akdeniz ülkeleri ile İsrail’den ciddi boyutta düşüktür. Bu fark tarımdaki büyüme potansiyelimizi gösterir.
2. Analizler göstermiştir ki tarım sektörüne yapılan bir birimlik yatırım, milli geliri sanayiye yapılan bir birimlik yatırımdan çok fazla artırmaktadır. Yani kıt yatırım kaynaklarına sahip olan Türkiye, tarıma yatırım yaparak daha hızlı büyür. Bütün sanayileşmiş ülkeler kalkınma süreçleri içinde en hızlı verimlilik artışını tarımda sağlamışlardır. Örneğin ABD, nüfusunun yüzde 5’inden azı tarımda çalışırken, dünyayı doyuracak bir tarımsal üretim fazlası vermektedir.
3. Diğer taraftan tarımda bir ünitelik üretim artışı bir taraftan sanayiden çok daha fazla ihracat sağlarken, ithalatı da sanayiden çok daha az olmaktadır,
4. Eğitilmiş insan gücü kıt olan Türkiye’nin tarımda temel bilgilere sahip insan gücü göreceli olarak daha boldur. Tarım ürünleri ihracatında tecrübesi de göreceli olarak daha fazladır.
5. Dolayısı ile kalkınma yolunun başlangıcında “tarımsal kalkınma” birinci tercih olmalıdır. Tarımda oluşan sermaye birikimi ile sanayileşmeye ikinci etapta yönelmelidir. Özellikle sanayileşmeye de tarımsal girdileri kullanan “Tarıma Dayalı Sanayi”ye öncelik vererek girilmesi halinde, daha az sermaye birikimi ile, döviz darboğazlarına takılmadan daha hızlı ve kolay bir kalkınma yolu izlenebilecektir
O yıllarda savunduğum buydu.
Gerçekten de Türkiye 20’nci yüzyılın ikinci yarısını döviz darboğazları ile mücadele ederek, ekonomisinin çarkları defalarca durarak, IMF’nin kapısında borç yakarışları ile geçirdi.
Tarımın, bütün ihmallere karşın, ölüme direnişini ve günümüzde yeniden “yatırımcının ümidi” haline gelişini gelecek yazımda irdeleyeceğim, değerli okuyucularım.