SADO’YU soruyorum değerli okuyucularım?
Nedir Sado?
Gelin ben anlatayım: Sado Japonya’nın kuzey-batısında uzak bir ada! Bu ada 8’inci yüzyıldan başlayarak rejim karşıtı şair, politikacı, sanatçı ve yazarlar, hatta Budist Rahipleri ve gözden düşmüş imparatorlar için sürgün yeri olmuş. Adaya ilk giden sürgün zamanın imparatoriçesi Genshö’yü eleştiren şair “Hozumi no Asomi Oyu” imiş. Ada 1700 yılından sonra sürgün amacı ile kullanılmamış.
Geçtiğimiz cumartesi gecesi 23’üncü İzmir Sanat Festivali’nin muhteşem açılışını yapan KODO’lar işte bu çok ilginç adada yaşıyorlar. Ama onlar Sado’ya kendi istekleri ile yerleşmişler. Yüzyıllar önce, yaşadıkları dönemin genel kabul görmüş değerlerine ve siyasal güçlerine karşı çıktıkları için Sado’ya sürgün edilen atalarının izinden.
KODO’lar kendilerine “Davulun Çocukları” diyorlar! Onlar, 1971 yılında Japonya’nın gelişiminden mutsuz bir avuç genç yepyeni bir yaşam arayışı ile Sado adasında terk edilmiş bir okula yerleşiyorlar! Ve tarihin en eski musiki aleti olan davulun o büyüleyen, huşu veren, saygı uyandıran muhteşem sesine sığınıyorlar. KODO’lar, bu uzak adada kendilerini, temelde insan kalbinin atışlarından gelen davulun ritmini öğrenmeye, onu doğanın her olayını resmettikleri bir tuval olarak kullanmaya adıyorlar kendilerini. Ve mükemmelleştirdikleri bu sanatlarını ve onun boy boy kendi ürettikleri enstrümanlarını yanlarına alarak her yıl bir dünya turnesine çıkıyorlar!
İşte bu KODO’lar geçtiğimiz cumartesi gecesi, adına “Tek Dünya Turnesi” dedikleri dünya turunun bir parçası olarak geldikleri İzmirimiz’de, biz şanslı İzmirliler’i Mevlevi Dervişleri’nin vecdine benzer bir vecde sürüklediler.
Beni sürükleyen bu müthiş ritim dışında bir başka şey daha vardı. Bizim hiç alışmadığımız bir ritüel içinde sunulan bu zaman zaman bir tayfunun, bazen kızgın Amazon arılarının şiddetini, ama bazen de bir sonbahar akşamının çekingen yağmur tanelerini yansıtan ritimler ve melodilerle süslü gösteri, kısa bir süre sonra ilk defa tanıdığım sahnedeki bu çekik gözlü insanlar için içimde büyük, coşkulu bir sevgi uyandırdı.
Nedeni sadece yaptıkları müthiş müzik değildi. O müziği en mükemmel bir noktaya taşımak için kendilerini böylesine adamaları ve icrasında fizik güçlerini tamamıyla tüketinceye kadar tavizsiz bir biçimde davullarına akıtmaları idi. Alkışlamak için ayağa fırladığımda içimde o uzak diyarın insanlarına sarılmak duygusu vardı. Salondan çıkarken “tek dünya” kavramını anlar gibiydim.
İzmirliler olarak İKSEV’e şükran borçluyuz değerli okuyucularım.