DEĞERLİ okuyucularım, İran’ın resmi bir görevlisine sorunuz, “Seçimler ne oldu?”
Size şunu söyleyecektir:
“12 Haziran seçimlerinde Ahmedinejat cumhurbaşkanı seçildi.” Şimdi bakın bu 6 kelimelik cümlede kaç tane yanlış var!
(1)Seçim 12 Haziran’da yapıldı ama oy verme, ayın 13’ü gece yarısına kadar uzatıldı! Seçimlere katılımın böylesine yüksek olacağı hesap edilememişti! Dolayısıyla seçimler 13 Haziran’da yapılmış oldu!
(2) Bu, seçim yapılan makam “cumhurbaşkanlığı” ama gerçekte cumhurbaşkanlığı filan değil! Çünkü cumhurbaşkanının üzerinde bir makam daha var! Orda Ali Hamaney oturuyor. Lakabı da “Ulu Önder” (Supreme Leader)! Bu üst makama halkın oyları ile gelinmiyor. Cumhurbaşkanı denilen şahsın ise milli müdafaa ve dışişleri konularında yetkisi yok!
(3) Seçimleri de Ahmedinejat’ın kazanıp kazanmadığı meçhul. Çünkü seçimi izleyen AB ilgilileri, basın, ve tüm muhalif adaylar seçime hile karıştığını söylüyor. “Ulu Önder” Ali Hamaney’de başta, “Hile karıştığı söylenen sandıklar yeniden sayılsın!” dedi. Sonra cuma hutbesinde, “Hile mile yok!” dedi.
(4) Adına seçim denilen olay da gerçekte seçim filan değil! Çünkü öyle herkes aday olamıyor! Muhafızlar Konseyi denilen 12 kişilik bir kurul, ki o da seçilmemişlerden oluşuyor, adayları bir ön elemeye tabi tutuyor! “Elek üstüler” için halka, “Alın bunlardan birini seçin!” deniliyor.
Bütün bu acayiplikler de “dini korumak” adına yapılıyor! Yapılıyor da İran’da din ne alemde?
H H H
Fransa’da yayınlanan “Politique International” adlı bir gazetenin editörü olan Emir Tahiri 2002 yılında bu konuda yapılmış iki araştırmanın sonuçlarını kapsayan bir makale yazmıştı. Ben de o makaleden bazı bilgileri 16 Eylül 2002 tarihinde bir köşe yazımda aktarmıştım. O yazım özetle şöyleydi:
1- Türkiye’de Allah’a inananların oranı yüzde 95, İran’da yüzde 65.
2- Kendini şuurlu Müslüman olarak tanımlayanların oranı yüzde 70, İran’da yüzde 60’ın altında.
3- Haftada en az bir kez camiye gidenlerin oranı yüzde 50, İran’da yüzde 12.
4- Türkiye’de dini araştırmalar özgürce yapılabiliyor, İran’da hükümetin dini görüşüne aykırı araştırmalar yasak.
5- İran’da “imamın taraftarları” adıyla tanımlanan bir grup gazeteciden başka İslamcı gazeteci, ve edebiyatçı yok. Halbuki Türkiye’de İslamcı gazeteciler her çok farklı görüş ve düşüncelerini serbestçe yazabilmektedirler.
6- Türkiye’de her yıl din görevlisi olmak için başvuranlar ihtiyacın çok üzerinde. İran’da ise “molla” olmak isteyenlerde büyük azalma var, bazı medreseler öğrenci yokluğundan kapanıyorlar.
Emir Tahiri’nin yaptığı karşılaştırma böyle devam ediyor...
Büyük bir din baskısı altında yaşayan İran halkı doğal olarak bu baskıcı yönetimden kurtulmak istiyor. Ve eline geçen her fırsatta özgürlükçü adaylara oy veriyor. Ancak böyle bir dikta bir kere kuruldu mu ondan kolay kurtulunmuyor! Birkaç kuşak baskılar ve korkular içinde heba olup gidiyor.
Türkiye’nin vizyonu, kendini “Atatürkçü” ve “dinci” diye tanımlayan tüm kişi ve kurumların, vicdan özgürlüğünü, insan haklarını, demokrasiyi ve laikliği temel alan bir uzlaşmaya varıp barışmaları olmalıdır. Kendini “dindar” veya “dinci” diye tanımlayan vatandaşlarımız da sahip çıkmalıdırlar laikliğe.
Çünkü...
İran halkı ve despot diktatörlerin yönetimindeki tüm Müslüman halklar bize gıpta ederken... Ve bu ülkelerin tamamında özgürlük kıvılcımlarının çakmaya başladığı bir dönemde.. Türkiye’nin vizyonu İran’ın karanlıkları olamaz!..”