DEĞERLİ okurlarım, geçtiğimiz günlerde iki olay dikkatimi çekti. Bunlardan biri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP kongresindeki Türkiye’nin fikir ve inanç mozaiği üzerindeki sözleri; ikincisi ise genç bir düşünür ve sanat insanı olan Nilgün Y. Gürel’in İTO’nun yayınladığı Vizyon adlı dergide yeralan “Ne mutlu Türkiye’nin kıymetini bilene” adlı yazısı..
Başbakan Erdoğan, konuşmasında Türkiye’nin ‘fikir, sanat ve inanç mozaiği’ ile ilgili gıpta edilecek bir tolerans yelpazesi sıraladı. Sıraladığı, tarihimizin ve günümüzün vazgeçilmez isimleri arasında Nazım Hikmet’ten Ahmedi Hani’ye, Tatyos Efendi’den Sabahat Akkiraz’a, Said-i Nursi’den Hacı Bektaş -ı Veli’ye uzanan isimler vardı. Erdoğan bu konudaki en çarpıcı cümlelerinden birinde şöyle diyordu, “’Hoşçakalın İki Gözüm’ diyen Ahmet Kaya’ya vefa göstermeyen Türkiye’nin şarkıları eksik kalır. Seversiniz sevmezsiniz, görüşlerini kabul edersiniz, etmezsiniz. Ama Ahmedi Hani’siz, Bitlisli Said-i Nursi’siz bir Türkiye’nin maneviyatı noksan kalır.”
Bir de Nilgün Gürel’in, İzmir Ticaret Odası’nın Vizyon adlı dergisindeki sözlerine bakalım. Nilgün Hanım, ülkemizde dini farklılıklara hoşgörüsüzlüğü ve korkuyu eleştiriyor. Örnek olarak Gülen okullarının dünyada Türkiye’ye ve İslâm’a hizmet ettiğini anlatıyor. Ama Türkiye’de liberal kesimin Fethullah Gülen’in ülkeye Humeyni gibi döneceğinden de korktunu vurguluyor.
Şöyle diyor, “ Böyle bir korkuyu yaşatmayalım, böyle bir şey yok, olamaz, olmayacak. Çünkü Türkiye’yi ve Allah’ını seven hiç kimse bir ülkenin 50 yıl geriye gitmesini istemez... Korkmayalım çekinmeyelim.”
Değerli okurlarım gerek Başbakan’ın konuşmasında çizdiği tolerans mozaiğin; gerekse Nilgün Hanım’ın Avrupa’dan Türkiye’ye doğru baktığında gördüğü korkuya gerek bırakmayan peysajın gerçek olmasını kim istemez. Kim istemez böyle bir hoşgörü ortamını!
Tüm dini grupların, tüm tarikat liderlerinin, artık ülkelerin din kuralları ile yönetildiği dönemlerin tarihte kaldığını anlamış olduğu ve devleti ve kurumlarını ele geçirmeye çalışmaktan vazgeçmiş olduğu bir Türkiye özlemini Nilgün Hanım’ın “Liberal Kesim” diye adlandırdığı insanların duymuyor olması mümkün müdür?
Böylesine bir anlayışın ve vazgeçmenin dinci kesimin liderleri tarafından en inandırıcı bir biçimde ifade edilmediği bir ortamda “korkunun” ortadan kalkması o büyük tolerans ve rehavet ortamının doğması mümkün müdür? Daha da önemlisi, sağlıklı mıdır? Ne yazık ki din, bu gün gıpta ettiğimiz Avrupa’da dahi devleti kontrol etmekten fevkalade kanlı ve uzun savaşlar sonrasında ve çaresizlikten vazgeçmiştir. Avrupa, seküler/laik devlet anlayışına 30 yıl süren (1618-1648) mezhepler arası çok acımasız savaşların yıkımı sonrasında geçmiştir.
Bu savaşlara bir başka yazımda değinmek istiyorum. Tarihten ders almalıyız değerli okurlarım.