DEĞERLİ okurlarım, biz nedense dünyadaki sosyo-politik ve ekonomik değişimleri hep tersten okuyoruz. Bu, benim kuşağımın gençlik yılları olan 1970’li yıllarda öyleydi; 2000’in ilk 10 yılını bitirmeye yaklaştığımız yıllarda da öyle!
Türkiye, 70’li yıllarını ciddi sağ-sol çatışmaları ile günde onlarca gencini kaybederek geçirdi. O yılların mücadelesi, hızlanarak sol lehine gelişiyordu. Bu gelişme, Türkiye’nin Batı ittifakından kopmasına doğru ilerliyordu. Türkiye’de sol, özellikle de yasa dışı sol, Rusya tarafından ciddi biçimde destekleniyor, silahlandırılıyordu.
Gene o yıllarda OPEC’in kurulması, enerji fiyatlarının süratle yükselmesi Türkiye’yi “70 sente muhtaç” kaldığı bir döviz darboğazına sürüklemişti. Ülkede temel ihtiyaç maddeleri bulunamıyor, enerji açığı nedeni ile elektrikler kesiliyor, benzin istasyonlarının önünde araç kuyrukları uzuyor, hayat gerçekten çekilmez bir hale dönüşüyordu. O yıllarda yakın tanıdığım genç bir Amerikalı diplomat dışişleri bakanlıklarında katıldığı seminerde uygulanan bir testteki şu soruyu söylemişti:
“NATO üyesi olup önümüzdeki 10 yıl içinde Doğu Bloku’na geçebilecek ülke hangisidir?”
Doğru cevabın “Türkiye” olmasının içimi burktuğunu anımsıyorum.
Aslında o yıllarda Sovyet ve Doğu Avrupa Halkları, “komünist dikta”ların kıskacından kurtulmak için çaba harcıyorlar, özellikle Doğu Avrupa’da çıkan isyanlar kanla bastırılıyordu. En önemlisi 10-12 yıl sonra sistemi kökten terk edecek olan Gorbaçov ve arkadaşları Sovyet Politbürosu’nda sıkı bir iktidar mücadelesi veriyorlardı.
Yani Sovyetler ve Doğu Bloku ülkeleri kendi sistemlerinin despotizminden kurtulurlarken biz onların terke hazırlandıkları sisteme geçip dünyaya ve tarihe alay konusu olmaktan kılpayı kurtulmuştuk! Ancak o maceramız bizi ne yazık ki ABD’nin Komünizm’i İslâmi rejimler ve gerilla kalkışmaları ile içerden ve dışarıdan sarmayı amaçladığı “Yeşil Kuşak” projesinin de hedefi haline getiriyordu. Kendimizi 70’lerde bu durumlara düşürmemizin etkilerini, içinde bulunduğumuz yıllarda da hep birlikte izliyoruz.
Bugün yeşil kuşak projesinin kapsamında yapılan harcamalarla güçlenen Siyasi İslam’ı kullanan despotlara karşı bazı Arap ve diğer Ortadoğu ülkelerinde halklar bu rejimlerden kurtulmak için onurlu çabalar veriyor. Halktan gelen baskılar sonucunda birçok despot kral yaptığı reformlarla halklarını tatmin etmeye çalışıyor. İran’da kadınlar giyimleri ile rejimin standartları dışına çıkıyor, öğrenciler hileli seçimlere karşı ayaklanıyor, Suudi Arabistan, insan hakları derneklerine müsaade etmek zorunda kalıyor.
Hiç şüphem yok ki 2020’ye gelindiğinde İslam ülkelerinde çok daha özgürlükçü ve laik yönetimler göreceğiz. Onlar 20’nci Yüzyıl’da yaşadıkları dini despotizmi “karanlık dönemler” olarak anacaklar. Ama ya Türkiye? Herkes “Mersin’e” giderken biz bir kere daha “Tersine” gitmeye kalkıp tarihe ve dünya medeniyetine mahcup mu olacağız?
Kaderimiz bu olmamalı değerli okurlarım!