Değerli okuyucularım, terörün vicdanları zedelemeden, adil bir şekilde bitmesi hepimizin en içten dileği. Okuduğunuz yazıyı kaleme aldığımda “Açılım”ın içeriği henüz bilinmiyordu.
Ancak, Meclis’in 10 Kasım toplantısında İçişleri Bakanı Beşir Atalay, iki gün sonra yapılacak genel görüşmede “Açılım” paketinin içinde neler olabileceği konusunda bazı ipuçları verdi.
“Demokratik açılım”ın hedefi için diyor ki, “Hedef, herkesin daha özgür ve müreffeh bir Türkiye’de yaşamasını sağlamaktır. Bu nedenle demokratik açılımın sloganı ‘herkes için daha fazla özgürlük’tür.’’
Bu, “herkes için daha fazla özgürlük” sloganının neyi kastettiği de Bakan’ın şu sözlerinden anlaşılabilir: “Başta dil yasaklarının kaldırılması olmak üzere, idam cezasının kaldırılması, gözaltı sürelerinin kısaltılması ve DGM’lerin sivilleştirilmesi gibi önemli adımlardan bazılarının bizden önceki hükümetler tarafından atıldığını belirtmeyi siyasi kadirşinaslığın bir gereği olarak görüyorum.’’
Bu sözler önemli değerli okuyucularım. Şu tereddüdü uyandırıyor: Hükümet, PKK’lı teröristlerle ilgili bazı kabul edilemez önlemleri, hiç kimsenin itiraz edemeyeceği bir genel demokratikleşme paketinin içine mi sarmalayacak? Bu, siyaset stratejilerinde iyi bilinen mantık/“lojik” derslerinde de okutulan etkili bir “ikna” yöntemidir. Paketin yüzeyindeki şeker içindeki acı ilacı kamufle eder!
Bakan Atalay, şu “garantiyi” de veriyor: “Aklı başında olan hiç kimse, Anayasa’nın değiştirilmesi teklif edilemez esasları olan devletin bütünlüğünü, resmi dilin Türkçe olduğunu, bayrağın ay-yıldızlı bayrak olduğunu ve milli marşın İstiklal Marşı olduğunu tartışamaz. Bir kez daha ifade edelim ki, demokratik açılım üniter yapımızı, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak hiçbir unsur ihtiva etmemektedir.”
İçişleri Bakanı, Anayasa’nın değiştirilemeyen maddelerindeki prensipleri sayarken “laiklik” prensibini saymıyor. Dil konusunda da “resmi dilin Türkçe olduğu” sözlerini kullanıyor. Hâlbuki Anayasa’nın üçüncü maddesi: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçe’dir” der! Ne fark var? Fark şudur: “Resmi dil Türkçe’dir” dediğiniz zaman, vatandaştan gelen dilekçelerin Çerkezce, Boşnakça, Lazca, Arnavutça, Ermenice ve tabii Kürtçe olmasını kabul edersiniz. Çünkü vatandaş “kendi dilini” kullanmaktadır, “resmi dili” değil!
Türkçe bilmeyen vatandaşlara yardım için devletin şefkat ve iyi niyetle dil konusunda “tercüman” elemanlar bulundurması başka bir şeydir. Ayrılıkçı bir terör örgütünün zorlamasıyla devletin fiilen iki dilli hale getirilmesi bambaşkadır.
Bu ve benzeri önlemler “üniter yapımızı, birlik ve bütünlüğümüzü bozacak” açık uygulamalar değilse de, o şekere sarılı ilaca toplumu “hazmettire hazmettire” alıştırmanın ilk adımları olabilir. Bu satırları okuduğunuzda hükümetin atacağı adımlar Meclis’te görüşülmüş olacak. İnşallah yanılmışımdır, değerli okurlarım.