Danıştay’ın, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesine dair 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararını iptal etmesi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararı imzalamasının ardından ABD’de telefonum susmak bilmedi. Hem Kongre hem Amerikan medyası hem de düşünce kuruluşlarında Türkiye’yi izleyen uzmanlardan gelen “Bundan sonra ne olur?” soruları yağdı adeta... Açık ve net olarak, ABD’li dostlara bu kararın dünyanın sonu olmadığını, Avrupa’nın başkentleri içinde sadece Atina’da cami bulunmadığını, Yunanistan’da birçok caminin fuar ve kiliseye çevrildiğini örnekleriyle anlattım. Ayrıca, Ayasofya’nın herkese açık olacağını ve çıkan kararın da partiler üstü herkes tarafından saygıyla karşılandığını dile getirdim.
Peki, ABD’den konuya ilişkin ne gibi tepkiler geldi? ABD Dışişleri Bakanlığı “Hayal kırıklığına uğradık” derken, Dış İlişkiler Senato Komitesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararı tekrar gözden geçirmesini istedi. ABD Uluslararası Dini Özgürlükler
Amerika’da kesinleşmiş vaka sayısı 3 milyonu geçerken, hayatını kaybedenler 150 bine doğru gidiyor. Son bir haftada neredeyse günlük ortalama vaka sayısı 45 bin civarında. Beyaz Saray’ın kaynak olarak kullandığı “HealthData”ya göre, 1 Ekim itibariyle can kaybı projeksiyonu 175 bin 168 kişi. Genel olarak 9 eyaletteki vaka sayılarında ciddi artış var. Bunların başında Florida ve Teksas geliyor. Florida’da son 24 saatte vaka sayısı 10 bini geçti. Teksas’taysa son 24 saatte vaka sayısı 8 bini aşarken, eyalette büyük tedirginlik başlandı. Bazı bölgelerde hastanelerin tam kapasiteye ulaştığı belirtilirken, Starr County Savcısı Elay Vero, hiçbir hastanede uygun yatak kalmadığını belirtip, yerel halka evlerinde kalmaları, maske takmaları, sosyal mesafeye uymaları ve kalabalıktan uzak durmaları çağrısı yaptı.
Kuzey ve Güney Carolina, Tennessee, Alaska, Missouri, Idaho ve Alabama eyaletlerindeyse günlük vakalarda rekor artışlar var.
Neden yazın arttı?
Peki, bilim insanlarının “İkinci dalga kışa doğru gelir!” sözlerine rağmen vaka sayıları neden yazın arttı? En
Amerika’da 3 Kasım tarihinde yapılacak başkanlık seçimlerine 5 ay kala, Başkan Donald Trump ile Joe Biden arasındaki büyük çekişme artık medyada da yoğun şekilde işlenir oldu. Trump’ın ekibi, seçimleri “ölüm-kalım savaşı” diye nitelerken, Biden’ın ekibindeyse “Trump’ın kazanması halinde, bunun, ABD’nin sonu olacağı”na inananlar bile var... Ülkenin Kovid-19 salgınıyla yaşadığı meşguliyetse zaten malum.
Tüm bunlarla uğraşan ABD, dünyadaki birçok diplomatik ve askeri faaliyetini de yeni Başkan seçilene kadar askıya almış durumda. Bu yüzden ABD’nin, dış politikada sonuç odaklı hamleler yapmasını beklemek yanlış olur gibi görünüyor. Ancak bu, Washington’ın tamamen pasif kalacağı anlamına da gelmiyor. Nitekim Suriye’de az sayıdaki askerle kendisinin olmayan petrolü koruyup, terör örgütü YPG/PKK ile işbirliğini sürdüren ABD, İran’a da gözdağı vermeye devam edecek. Yakın zamanda Libya Başbakanı Fayiz es-Serrac’ın, ABD Büyükelçisi ve AFRICOM (ABD Afrika
ABD’de gündem, o denli Kovid-19 ve protestolar merkezli ki, ülkenin dış politikasındaki gelişmeler uzun zamandır gündem dışında kalmıştı. Bununla birlikte, ABD’de, Türkiye’yi yakından ilgilendiren üç önemli konuda olumlu gelişmeler oldu.
Washington, Türkiye ile terör örgütü YPG-PKK konusunda tamamen ayrı düşmüş olsa da, iki NATO müttefiki, Esad’ın görevi bırakması gerektiği noktasında hem fikir.
Kongre, partiler üstü büyük bir adım atarak, aralarında Beşar Esad ve eşinin de bulunduğu Suriye hükümetiyle ilişkili 39 kişi ve kurum hakkında “Sezar Suriye Sivil Koruma Yasası”nı geçirmiş ve 21 Aralık’ta ABD Başkanı Donald Trump tarafından imzalanmıştı. Belli aşamalardan sonra geçen hafta yürürlüğe giren bu yasa, Esad yönetiminin faaliyetlerine destek sağlayan veya onlarla büyük miktarda para alışverişinde bulunan yabancı kişi ve kurumlara yaptırım öngörüyor. Açıkçası, şirketlerin, hatta birçok ülkenin Suriye ile iş yapılmasını neredeyse imkansız hale
Önce Kovid-19 salgını, sonra ülke gündeminden düşmeyen siyahi George Floyd cinayeti ve protestoları ABD’ye nefes aldırmadı. Normalde başkanlık seçimlerine 1 yıl kala, gündem, kimin başkan olacağına yoğunlaşırdı. Her ne kadar 2 milyon kesinleşmiş Kovid-19 vakası ve 117 bin toplam can kaybı olsa da, artık 50 eyalet normalleşme sürecine girmiş durumda.
Başkan Donald Trump, üç ay aradan sonra 20 Haziran’da Oklahoma’nın Tulsa şehrinde seçim mitingi yapacak. Beyaz Saray Koronavirüs Mücadele Ekibinden Dr.Anthony Fauci, “Kalabalıklardan uzak durun. Durmazsanız, kesin maske takın!” derken, Trump’ın kampanya ekibi de mitinge katılacaklara bir form doldurma şartı getirdi. Formda, “Şayet Kovid-19 kaparsanız, biz sorumlu değiliz!” ibaresi yer alıyor.
19 bin kapasiteli Bank of Oklahoma Center’daki mitinge 300 bin kişi katılmak için başvurmuş durumda. Trump taraftarlarının mitinglere hasret kaldığı belli oluyor. Trump ayrıca, kendi partisinin Seçim Genel Kurultayı’nı Ağustos’ta, Kuzey Carolina yerine Florida’da yapacağını açıkladı. Nedeni de
Geçen hafta, Minneapolis’ten gözlemlerimi aktarmıştım. Bu hafta New York’taki gösterilerde, onbinlerce protestocuyla bir aradaydım. Resmi ve sivil toplum lideriyle konuşma imkanım da oldu. Floyd cinayeti sonrası ABD genelinde 300’den fazla kentte protesto gösterileri ve yağmalama yapıldı. Şu anda, New York’un durumu içler acısı. Hangi caddeye yürürseniz yürüyün, sağlı sollu dükkanların vitrinleri tahta ve sunta plakalarla kaplanmış. New York’ta sohbet ettiğim protestocular da, yağmacılara tepkili ve yağmaların Trump’a yaradığı düşüncesinde. Protestoların, ancak 4 polisin mahkum edilmesi ile son bulabileceğini söylediler. Ancak tutuklanmalarını da yeterli bulmuyorlar. Zira “ Tutuklanmaları, mahkeme sonrası serbest kalmayacakları anlamına gelmez” diyorlar.
ABD’de yaklaşık 750 bin polis görev yapıyor. Sadece New York Emniyet Müdürlüğü’nde 36 bin polis görevli. 2013-2019 arasında siyahi Amerikalılar dahil 7 bin 666 kişi polisin uyguladığı sert şiddet nedeniyle yaşamını yitirdi. Son 10 yılda ise 85 bin polis, farklı
ABD, aylardır Kovid-19 salgınıyla yatıp kalkarken, bir anda gündem, George Floyd’un bir polis tarafından öldürülmesiyle değişti. Hem de öyle bir değişti ki, ne ABD Başkanı Donald Trump ne de dünya, tepkilerin bu denli büyüyeceğini tahmin etmiyordu. Olayların başlamasının hemen ardından, belli riskleri alarak protestoların merkezi Minneapolis’e gittim. Aslında Kovid-19 sonrası ilk uçak deneyimini de, iç New York’tan Minneapolis’e giderek gerçekleştirdim. Beklediğim gibi, havaalanında ve uçakta önlemler alınmıştı. Kuyruklarda sosyal mesafe kuralları gereği aralıkları belirleyen levhalar ve her köşeye de el hijyeni makineleri konulmuştu. Ayrıca uçakta herkes maske takmış ve orta koltuklar boş bırakılmıştı. Elbette bu, uçağın doluluğuna göre değişebilir.
Minneapolis’e geldiğim andan itibaren sokaklardaki durumun, TV’lerde yer alan görüntülerden daha kötü olduğunu gördüm. Minneapolis, Kanada sınırına yakın 430 bin kişinin yaşadığı, nüfusunun yüzde 20’sini siyahi Amerikalıların oluşturduğu bir şehir. George
ABD’de polis şiddeti ve ırkçılığa karşı öfke büyüyor. Minneapolis’de sokağa çıkma yasağına rağmen devam eden protestolarda binlerce kişi yine “adalet” talebiyle yürüdü. Protestolar ve çatışmalar Washington DC, New York, Los Angeles, Detroit, Atlanta ve Denver’a yayılırken, ordunun devreye girmesi gündemde
ABD’nin Minneapolis kentinde, siyahi Amerikalı George Floyd’un polis şiddeti sonucu hayatını kaybetmesinin ardından başlayan olaylar 4’üncü gününde de devam etti. ABD’nin farklı kentlerine de sıçrayan gösteriler hız kesmeden devam ederken, birçok eyalette göstericilerle polislerin karşı karşıya geldiği görüldü. İkiz şehirler olarak anılan Minneapolis ve St.Paul kentlerinde, protestoları kontrol etmek için sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Buna rağmen bölgede yaşanan olayların ve eylemlerin önüne geçilemedi. Kentin 5. bölgesindeki bir polis merkezinin etrafını saran göstericilerin binaya girmeye çalıştığı bildirildi. “Floyd için adalet”,