Van’a seyahatin zamanı mayısın ikinci yarısı ile haziranın ilk yarısıdır. Mayıs geride kaldı; ama bu ay Urartu medeniyetinin izleriyle tanışacağınız bir rota aklınızda olsun. Öte yandan yumurtlama dönemi olduğundan inci kefalinin göç yolculuklarına şahitlik edebilirsiniz
Urartu medeniyetinin başkenti Tuşpa’dan merhaba! Urartuluların merhabasını alan Van şehrine de selam olsun. M.Ö. 9’uncu ile 6’ncı yüzyıllar aralığında günümüzün Van şehrinin bulunduğu yerden Anadolu’nun medeniyet ışığına katkı sağlayan Urartular söz konusu edildiğinde, akla mühendislik ve el sanatları gelir. Kendilerine Biani adını vermelerine karşın, rakipleri Asurlular, onlara “Dağlık bölge insanı” anlamına gelen Urartu diye seslenir. Lakin bunu hiçbir şekilde kabul etmeyen Bianiler, çivi yazısıyla yazdıkları kitabelerinde bu ismi reddeder. Bianiler, Doğu Anadolu’da yazıyı kullanan ilk medeniyettir. Kral Menua zamanında (M.Ö. 810-785) yazının özellikle ticaret için gerekli olduğu görülür ve can düşmanları olmasına rağmen Asurlulardan yazıyı
1937 yılında Makrevis köylülerinin yardımlarıyla inşa edilen Atatürk İlkokulu, 85 yıl sonra Çamlıhemşin Taşmektep Otel olarak hizmet veriyor. Köy derneğince işletilen otelin gelirinden, özellikle eğitim için ihtiyacı olanlara yardım ediliyor
Anadolu’yu doğusundan tanımaya başlarız, kuzeyinden seyrederiz, güneyinde dinleniriz; yöneldiğimiz bölge ise elbette Ege’dir. Doğu Anadolu ağırbaşlı bir yiğit, kuzeyimiz hırçın ve cesur bir delikanlı, güneyimiz her daim güzel ve havası gibi gönlü de sıcak bir kız, Ege’nin ise yarısı Efe yarısı Sarı Kız. Bütünsel olarak yalnızca kendisine benzeyen Anadolu’nun kuzeyinden merhaba! Hırçın ve cesur delikanlıları boldur, seyretmeye hiçbir zaman doyamadığımız Karadeniz’in; hem ön hem de arka bahçesinde ise her daim kadınlar vardır. Rize şehrinin Çamlıhemşin ilçesine bağlı Makrevis köyü (Konaklar Mahallesi), hem cesur delikanlıların hem de çalışkan özverili kadınların yüzyıllardan beri bir arada yaşadıkları, birlikte ev, konak, köprü, yol okul inşa ettikleri
Dünya Turizm Şehirleri Federasyonu’na dâhil edilerek Türkiye’yi turizm adına temsil eden ilk şehrimiz olan İzmir, tüm cazibesini Smyrna’ya borçludur. Şehirler kadim kimliklerini muhafaza ederlerse o şehirlerde yaşayanlar da şehrin karakterine bürünür
Ege Bölge’mizin kadim şehri İzmir’in bilinen ilk ismi Smyrna’dır ve 12 antik şehrin oluşturduğu İyon Birliği’ne (Panionia Birliği) katılan sonuncu şehir olduğu için antik dönemde önemli bir konuma sahiptir. Milet ve Efes gibi Antik Çağ şehirleriyle boy ölçüşecek zenginlik ve görkemli yapılara sahip olmasa ve İyon Birliği’ne sonradan dâhil edilmesine rağmen, Smyrna özellikle körfezi sayesinde her dönem merkezi bir yerleşke olma konumunu korumuştur. Günümüzün İzmir şehri de tüm cazibesini Smyrna’ya borçludur.
İzmir, yakın zamanda, Dünya Turizm Şehirleri Federasyonu’na (Word Tourism Cities Federation-WTCF) dâhil edildi. Böylece İzmir, dünya genelinde Türkiye’yi turizm adına temsil eden ilk şehrimiz oldu.
Boğaziçi’de en güzel mevsimdir ilkbahar. Erguvan ağaçlarının benzersiz rengiyle donanır her iki yakanın sırtları. Boğaz’ın süsü vapurlarla düzenlenen, erguvan seyri turlarına katılmak için iki haftamız var sadece
Mevsimlerden ilkbahar erişti yine bir öncekinden daha genç ve çok daha neşeli haliyle. Gökyüzü masmavi ve bembeyaz renklerle zaman zaman iç içeyken bakışlarımız yukarıdan aşağıya yönelir, yüzümüzdeki tebessümü derin derin nefes alışlar şekillendirir. Ovalar süslenir, dağlar doruklarını gösterir, dereler coşkunca denizlere doğru koşar koşar. Mevsimler arasında her zaman en genç ve her daim en genç kalacak olan ilkbaharda kurtlar kuşlar, güller bülbüller, erguvanlar, çınarlar, serviler iç içedir; gün yüzüne çıkmışlardır. Doğada bulunanlar, güzelliklerini seyrederek birbirlerine şerde pasif hayırda aktiftirler. Güzel olan her şey ve herkes, doğası gereği güzellikleri iyiliğe doğru götürür, kötülükleri ise iyileştirmek
Kaya düşme riskine karşı restorasyona alındıktan sonra yeniden ziyarete açılan Sümela Manastırı, tarih boyunca dinî, sivil, askerî ve ticari eserlerle donatılan Trabzon’daki en önemli kültürel mirasımızdır
Anadolu’nun misafir seven denizi Karadeniz ve bu denizin kıyısında kurulan şehirlerin arasında Trabzon, kültürel miras eserleriyle ön plandadır. Helen dilinde “masa” anlamına gelen Trapezus, M.Ö. 7’nci yüzyılda Miletoslular tarafından bir koloni şehir olarak kurulur. Trabzon, kurulduğu dönemde önemli bir liman ticaret şehri olmasının yanı sıra M.S. 13’üncü yüzyılda Komnenoslular tarafından başkent ilan edildiğinde, tarih sahnesinde daha çok rol almaya başlar.
Bizans İmparatorluğu’nun 1204 yılında IV. Haçlı seferi sırasında Latinlerin istilasına uğramasından sonra 57 yıl süren bu istila boyunca Konstantinopolis’ten kaçan Bizans prensleri ve onların maddi manevi imkânlarıyla Trabzon, kuzeyin yıldızı olarak parlar. Trabzon, gerek doğal limanı gerek Anadolu’nun doğusu ile kara yolları bağlantısı gerekse de
Hızır, ilkbahar ve yaz mevsimlerinde her an yanı başımıza farklı kılıklarda gelebilir. Özellikle de başı darda olanların. Orta Asya, Anadolu, Trakya ve Balkan halk kültüründe Hıdrellez, birçok ritüellerle kutlanır.
"Hızır ile İlyas”ın, halk ağzında birlikte söylenişiyle ortaya çıkar Hıdrellez gününün adı. Hızır ile İlyas’ın her yıl 6 Mayıs’ta buluştuklarına inanılır, bugünü karşılamak için hazırlıklara girişilir. Evler temizlenir; kilerin kapısı, kapların, hatta para keselerinin ağzı açık bırakılır ki, Hızır bereket saçsın. Biri karada diğeri denizdedir. Hangisi pek belli değildir; lakin karadaki denizden şifa, sağlık, cömertlik saçan İlyas, denizdeki karadan halkın ihtiyacı olduğu zaman yanlarına varan ise Hızır Aleyhisselam olur. İlyas zamanla unutulmuş iş Hızır’ın başına kalmış gibidir. Abıhayat suyunu içerek ölümsüzlüğü elde eden Hızır, ilkbahar ve yaz mevsimlerinde her an yanı başımıza farklı kılıklarda gelebilir. Özellikle de başı darda olanların. Kimin bahtı kapalıysa Hızır açar, kimin neye ihtiyacı varsa
Mevcut kalıntıları, tarihi belge, fotoğraf ve çizimlere göre yeniden yapımla kapılarını açan Ayasofya Fatih Medresesi’nin ışığında dünden bugüne medreselerin kültür dünyamızdaki yerine bakalım.
Fatih Sultan Mehmet, “Karada açan en büyük yelkenli” diye de anılan Ayasofya’yı, İstanbul’u fethettikten hemen sonra cami olarak ibadete açar ve eski papaz odalarının bulunduğu yapıların yerine Ayasofya Medresesi’ni inşa ettirir. İstanbul’daki ilk medrese diye anılmasının yanı sıra ilk müderrisinin devrin ünlü âlimi Molla Hüsrev olması da ayrı bir önem arz eder. Molla Hüsrev, hem siyasi hem dinî hem de akli ilimlerde ulemalar arasında ön plandaki bir ilim insanıdır. Ayasofya Medresesi’nde görev yapan bir diğer âlim ise ünlü matematikçi Ali Kuşçu’dur. Astronomi, matematik ve dil bilimlerinde müderris olan Ali Kuşçu, Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın elçisiyken Fatih Sultan Mehmet’in istek ve ricası üzerine İstanbul’a yerleşir ve Ayasofya
Osmanlı’da en kudretli üç kadından biri Mihrimah Sultan’ın doğumunun 500. yılı. Doğduğu günden ötürü Ekinoks bebeği olan sultana, Güneş ve Ay isimleri birleştirilerek “Mihr ü Mah” adı verilir
Mihrimah Sultan; tüm dünyanın “Kanuni” diye tanıdığı Sultan I. Süleyman’ın kızı, Sadrazam Rüstem Paşa’nın karısı (Osmanlı hanedan hiyerarşisine göre, elbette Rüstem Paşa, Mihrimah Sultan’ın kocası), Yavuz Sultan Selim’in torunu, Hürrem Sultan’ın en az kendisi kadar kudretli kızı, Sultan II. Selim’in ablasıdır. Mihrimah Sultan’ı tüm bu tanımlamalar arasında en ön plana çıkaran, bana göre Yavuz Sultan Selim’in torunu olmasıdır. Kudretli kişiliği, devlet işlerine yerinde ve olumlu katkısı, cesareti ve kardeşi II. Selim Han’a padişahlığı boyunca yaptığı danışmanlıkla âdeta bir valide sultan görevi görmesi, onu Osmanlı prensesleri arasında ayrıcalıklı bir konuma yükseltir.
1522 yılının 21 Mart günü, günümüzde Topkapı Sarayı dediğimiz İstanbul Yeni Sarayı’nda