Hem Almanya hem de Türk milli takımı oyuncularının karşı takım ile o denli sıkı bağlantıları var ki sanıyorum bu durum ancak aynı ırktan gelen iki ülke milli takımında görülür.
Evet, öncelikle bizden biri olsa da Alman milli takımı için ter döken ve burada bir dünya yıldızı olan Mesut’tan bahsediyorum. Ancak Mesut’un yanı sıra Serdar Taşçı ve bir zamanların önemli ismi Mehmet Scholl ile birlikte Alman 21 yaş altı milli takımının önemli isimlerinden Taner Yalçın (20), İlkay Gündoğan (19) ve Mehmet Ekinci (20) de bizim Alman futboluna armağanlarımız.
Diğer taraftan benzer bir durum bizim için de geçerli. Zira, Alman olmasalar da milli takımımızdaki tam altı futbolcu Almanya’da doğumlu. Altıntop kardeşler ve Nuri’nin yanı sıra Özer, Ömer Erdoğan ve Hakan Balta’nın da Almanya’da doğmanın yanı sıra bu ülkenin genç takımlarında meşin yuvarlağın peşine düşmüş olmaları bizim milli takımımızda da Alman izleri olduğunu gösteriyor.
Sadece bu yönüyle dahi Cuma günkü karşılaşma büyük bir heyecana sahne
Galatasaray’ın Karabük’te kaybetmesinin nedenini hepimiz biliyoruz: bozuk zemin! Tabi zeminin azizliği mağlubiyetin tek nedeni değil, bir de hakemin yanlış kararları var.
Beşiktaş’ın da Avni Aker’de sahayı boynu bükük terk etmesinin müsebbibini merak ediyorsanız hemen söyleyeyim: maçı pazartesiye almayan futbol federasyonu.
Geçen senelerde Fenerbahçe’nin Ankara’da puan kaybetmelerinin nedeni yapay çimdi, Trabzonspor’un Kasımpaşa’ya yenilmesi ise maçın gündüz oynanmasından.
Sahi, 90’lı yıllarda milli takımımız biz Türkleri sevmeyen Avrupalı hakemler yüzünden Avrupa’da başarısız olmuyor muydu?
Eminim bu listeye eklemek için sizin de aklınıza onlarca olay geliyordur. Zira artık izlediğimiz bir karşılaşmada atılan bir güzel golden ziyade maçın günü ve saati veya taktiksel bir çeşitlilikten ziyade hakemlerin kararlarına dikkat kesiliyoruz; çünkü futbol takipçileri olarak ilgimiz devamlı suretle bu tali unsurlara çekiliyor.
Bu açıdan bakıldığında, o gönül
Trabzonspor-Beşiktaş karşılaşması beklendiği gibi bol gol pozisyonuna sahne oldu ama beklenmedik şekilde meşin yuvarlak sadece bir kez ağlarla buluştu.
Bu buluşmayı da muhtemelen sahada gol atacak en son futbolcu olarak düşünülen Mustafa Yumlu’nun atması gecenin en büyük sürprizi oldu.
Baştan söylemek lazım ki Beşiktaş’ı Trabzonspor karşısında aldığı yenilgi sonrası eleştirmek doğru değil. Daha doğrusu Beşiktaş’ı eleştirmek doğru ama bunu sadece dünkü mağlubiyetten sonra yapmak doğru değil. Zira siyah beyazlıların bu sene yeni bir oyun anlayışı var ve bu anlayış İnönü’deki Antalyaspor maçında da Şükrü Saraçoğlu deplasmanında da değişmiyor. Dolayısı ile Beşiktaş ile ilgili düşünceniz olumlu veya olumsuz olabilir ama bu düşünce alınan skorlara göre değişiklik göstermemelidir.
Artık herkes biliyor ki bu sene Beşiktaş savunmayı önde kuran, rakibi baskı altında tutmaya çalışan, topa hükmetmek isteyen, önceliği hücuma veren ve bu nedenle de savunmada sorunlar yaşanmasına neden olan bir oyun anlayışına sahip.
Trabzonspor
Büyük takımın büyük bir adı, büyük renkleri, büyük futbolcuları, büyük bir gücü vardır ve büyük takımlar sahada büyük bir mücadele gösterir.
Elbette büyük takımlar da yenilir ama onların yenilgisi hatta beraberliği “puan kaybı”dır. Çünkü büyük takımlar her zaman favoridir. Büyük takımların puan kaybı ise istisnadır, sürprizdir.
Bir büyük takım yenilirse bunun nedeni hakem hatası, şanssızlık veya en fazla forvetlerinin beceriksizliğidir ama hiçbir zaman rakibinden daha kötü oynamaları değildir. Çünkü bir büyük takım hiçbir zaman rakibinden daha kötü oynamaz.
Peki ya Galatasaray?
Galatasaray’ın mevcut kadrosunun Spor Toto Süper Ligi standartlarının üzerinde olduğunu iddia edebilir misiniz? Veya başka bir soru: Galatasaray’ın Karabükspor maçı kadrosundan bir futbolcu söyleyin ki onu Süper Lig’de her takım kadrosunda görmek istesin. Bu soruların yanıtı Galatasaray’ın her şeyden önce kadro
Şunu peşinen kabul etmek gerekir ki Ibrox Stadı’ndan, hele hele tribünleri tamamen dolu olan Ibrox Stadı’ndan puan çıkarmak sadece Bursaspor değil tüm takımlarımız için oldukça zor bir iş. Bu nedenle en az kendi kadar güçlü olan rakibi karşısında topa daha çok sahip olan, oyunu kontrol edebilen ve mücadeleyi hiçbir zaman elden bırakmayan timsahları aldıkları yenilgiye rağmen kutlamak gerekir.
Fakat bugün bu güzel mücadele ve iyi oyuna dahi sevinemememizin en büyük nedeni sahadan puansız ayrılmamız değil hedefimizin gruptan çıkma olarak belirlenmiş olması. Sahi kim koyuyor bu hedefleri?
Son yıllarda şöyle bir alışkanlığımız var: adeta tüm temsilcilerimiz her sene bu civarlarda başarılar elde ediyormuşçasına, temsilcimizin ve daha da önemlisi rakiplerimizin kim olduğuna aldırış etmeden Avrupa Ligi’nde final, Şampiyonlar Ligi’nde ise gruptan çıkmayı hedefliyoruz. Ancak geride kalan onlarca yılda sadece bir UEFA finali ve birkaç gruptan çıkma başarısı elde ettiğimiz düşünüldüğünde bu hedeflerin
Maç öncesinde Yılmaz Vural ile Aykut Kocaman orta sahasız bir mücadele için bir anlaşma yapsalar, ilk yarıdaki gibi bir görüntü ancak ortaya çıkardı. Bu garip duruma hem sarı lacivertli hem de siyah beyazlı (dün pembe beyazdı) savunma oyuncularının ortaya koyduğu kötü performanslar eklenince ortaya futboldan uzak ama bol gollü bir kırk beş dakika çıktı.
Aynı şartlar altında ikinci yarının da en az ilk yarı kadar gole ve gol pozisyonuna sahne olması kuvvetle muhtemelken Aykut Kocaman’ın devre arasındaki Santos ve Bilica neşteri maçın geri kalanında konuk takımın gol yemesine mani olunca ikinci yarıda da ilk yarıdaki kadar gol atmayı başaran sarı lacivertliler sahadan farklı bir galibiyetle ayrılmayı başardı.
İstanbul’da dahi olsa deplasmanda alınan dört farklı bir galibiyet ve özellikle Bobo’nun iki, Baros’un da üç gol attığı haftada Niang’ın da bir üçleme yapması, zor günler yaşayan Fenerbahçe camiası için son derece anlamlı ve önemli oldu fakat sanıyorum bu galibiyetten üç puan dışında bir anlam
Beşiktaş’ın son dört sezondur en büyük ihtiyacı, oyunu kuracak, forvet oyuncularına gol pozisyonu hazırlayacak ve onlara asist yapacak yaratıcı bir orta saha oyuncusuydu. Delgado’nun yıllarca süren inişli çıkışlı grafiği takımının bu derdine derman olmadığı gibi söz konusu eksikliği kapatmak için transfer edilen Tabata’nın hem maddi hem de manevi açıdan başarısız bir transfer olması, Tello’nun da istikrarsız görüntüsü Beşiktaş’ın bu büyük eksikliğini ortadan kaldırmadı.
Dikkat edilirse 2009 yılında kazanılan iki kupa şampiyonluğunda en büyük pay, muhtemelen son tam sezonunu oynayan, Yusuf Şimşek’in oldu. Zira tecrübeli futbolcu, adeta kendisine inananları mahcup etmemek istercesine ortaya koyduğu üst düzey çaba ile kariyerinin en parlak sezonlarından birini geçirirken attığı gollerden ziyade asistleri ile takımına çok önemli bir katkıda bulunmuştu.
İyi forvet oyuncularına sahip olan Beşiktaş, bu sezon yıllar sonra tam da ihtiyacı olan bir oyuncuya kavuştu: Guti. Elbette takımın oyun sisteminin hücuma dönük
Spor Toto Süper Lig’de geride kalan beş hafta sonunda yüzü en çok gülen takımlardan biri Beşiktaş. Elbette bu durumun en önemli nedeni son on yılda ancak iki kere şampiyonluk ipini göğüsleyebilen ve diğer senelerde de kendine genellikle ilk üç sırada yer bulamayan siyah beyazlıların bu sene gerek Süper Lig’de gerekse Avrupa Ligi’nde yoluna başarıyla devam etmesi.
Baştan kabul edelim ki bu sene Beşiktaş, başta Bern Schuster olmak üzere, gerçekten çok önemli transferlere imza attı ve takıma katılan bu yıldız isimler takımın çehresini bir anda değiştirmeyi başardı. Fakat bu önemli transferlerin en önemli katkılarından biri de takımda olumlu bir hava oluşturarak vasat futbolcuların da form düzeylerini üst seviyeye taşımalarına yardımcı olmak oldu.
Fakat geride kalan maçlar incelendiğinde şu net bir şekilde görünüyor ki, aslında Beşiktaş’ın pembe hayallere dalmak için biraz daha zamana ihtiyacı var. İşte nedenler:
Schuster ve öğrencileri için Fenerbahçe karşılaşmasının önemli bir gösterge olacağı