Bence Alex...

10 Ekim 2012

Elbet gidecekti bir gün. Mutlaka çok zor olacaktı gidişi ama böyle aniden, göz göre göre bir kayboluş hiç olmadı.

Kim bilebilirdi ki onun Süper Kupa finalinde Galatasaray’a attığı golün son dış saha golü, Marsilya filelerini havalandırması da Kadıköy’ü son ayağa kaldırışı olacak?

Hem bilinse o gün o stat dolup taşmaz, taraftar geceler öncesinden yollara düşmez ve sadece tribünlerden değil seslerini duyurabildikleri her yerden son bir kez “I love you Alex” demek için tüm güçleriyle bağırmaz mıydı?

Eğer Alex’in büyüklüğünü öğrenmek istiyorsanız onu Fenerbahçelilere değil Galatasaraylı taraftarlara, Beşiktaşlı gazetecilere veya Trabzonsporlu futbolculara sorun. Hepsinin kendilerine en fazla çektiren o adamı sevmesi ve sayması asla tesadüf değil. Çünkü o seviyesizliğin moda, kavgaların iftihar nedeni, rakipleri aşağı çekmenin tek amaç olduğu bir ortamda insanlara futbolun ne olduğunu hatırlatan ve onu sevdiren nadir sebeplerden biriydi.

Alex her zaman o kadar iyi, doğru ve örnekti ki bazen onun insan olduğunu ve hata yapabileceğini dahi unuttuk. Kâh formsuzluğunda onu yuhaladık kâh bugün olduğu gibi samimi açıklamalarını, laflarını hiçbir tarafı kırıp dökmeden söylemesini

Yazının Devamı

Yeni Fenerbahçe Yeni Beşiktaş

8 Ekim 2012

Yeni Fenerbahçe

Futbol enteresan oyun.

Bir bardak suda fırtınalar da kopabilir, artık çare yok dediğiniz an ile her şeyin sütliman olmasının arası bir haftadan dahi kısa sürebilir. Bunların tek belirleyici ise saha içindeki görüntü ve alınan sonuçlar.

Fenerbahçe’nin sene başında Galatasaray ile birlikte diğer takımlara fark atacağı konuşulurken hem oyun hem de kadro anlamında patlak veren krizler sonrası adeta sezondan ümit kesilme noktasına gelinmişti. Şimdi ise iki büyük maçtan çıkarılan iki büyük galibiyet umutları eskisinden daha da yeşile boyadı.

Bugün dönüp şöyle bir geriye bakıldığında tüm bunların kırk beş, elli gün içerisinde olması gerçekten çok garip.

Aykut Hoca’nın Alexli takım ile ilgili “kafamdaki takımı sahaya süremiyorum” açıklaması nedeniyle ben şöyle diyorum: Aykut Kocaman takımın başında çıktığı ikinci maçından da galibiyetle ayrıldı.

Kocaman her ne kadar “takımın şablonu aynı, oyuncu grubu değişik” dese de Fenerbahçe bana göre son iki maçta Alexli sistem ile oynamıyor veya şablon aynı olsa dahi öyle oynamıyor. Zira Kasımpaşa ve Mönchengladbach maçları arasında gece ile gündüz arasındaki kadar fark olması; Kasımpaşa maçında Sow yalnızları oynayıp

Yazının Devamı

Ümit Özat

7 Ekim 2012

Yeteneklerine değil ama azmine hayrandım Ümit Özat’ın.

Adeta sırf azim ve mücadeleden oluşuyordu ve tabi çalışkanlıktan.

Düşünsenize Fenerbahçe gibi bir takımda solak olmamanıza karşın sol bek hatta gidişata göre sol açık oynuyor, orta yapmak için önce durup yüzünüzü kendi kalenize dönmek zorunda kalıyor ama tüm bunlara karşın formayı kimseye kaptırmıyorsunuz.

Futbolda yetenek mi değerlidir yoksa çalışkanlık mı konusunda naçizane düşüncem, çalışmayan yeteneklilerin bir hiç olduğu ama yetenekleri sınırlı olan çalışkanların her zaman iş yapacakları, şeklinde olduğundan Ümit Özat benim için her şeyden önce kendisine saygı duyulması gereken, iyi bir futbolcuydu.

Ümit Özat Fenerbahçe’de oynarken, onun antrenmanlardan sonra kulüpte kalıp kendisini geliştirmek için futbolla ilgili kitaplar okuduğu söylenirdi. Mamafih maç sonu röportajlarında diğer futbolcular gibi klişe açıklamalar yapmaz daima aklıselim ve öğretici konuşurdu. Tüm bunların ışığında, Ümit Özat yine bir maç sonrası konuşurken yanımdaki arkadaşıma şöyle dediğimi çok iyi hatırlıyorum: “ onun ileride çok iyi bir teknik direktör olacağını düşünüyorum.”

Ümit Özat Almanya yıllarından sonra yurda döndüğünde onu

Yazının Devamı

Aykut Kocaman'nın takımı

5 Ekim 2012

Fenerbahçe maçtan önce bıçak sırtındaydı veya Sırat Köprüsü'nde. Velhasıl düştüğü zaman önce kendisini bekleyen cellâtlar tarafından parçalara ayrılacak sonra ateşler içinde cayır cayır yanacak ama geçmeyi başarırsa derin bir nefes alacaktı; onu tüm hücrelerinde hissedecek kadar derin bir nefes. Fenerbahçe başardı ve o nefesi aldı. Bu nefes diğerleri gibi değil. Tadı var bu nefesin ve tatlı. Nefis nefes.

Aykut Kocaman'ın şu sözünü hiç unutmuyorum ve sanırım unutmayacağım: "henüz kafamdaki futbolu oynatamıyorum." Bir teknik direktör düşünün ki kendisi iki senedir o takımın yegâne patronu ama o veya bu nedenle kafasındakileri ne o oyuncularına aktarabiliyor ne de oyuncuları onları sahaya. Üstüne üstlük takım da kötü sonuçlar alıyor. Bu durumda sizin de saçlarınız ağarmaz mıydı?

Dün gece başka bir Fenerbahçe izledik. Eski maçlarda zaman zaman birkaç dakikalık enstantanelerini gördüğümüz ama hiçbir zaman tam olarak iyi bir şey mı yoksa kötü bir şey mı olduğuna karar veremediğimiz ve doğrusunu söylemek gerekirse hiçbir zaman dün geceki kadar iyi tatbik edilmeyen farklı Fenerbahçe'ydi bu; Aykut Kocaman'ın Fenerbahçe’si.

Eğer siz de Sow mu sağdaydı yoksa Kuyt mı? Christian

Yazının Devamı

Galatasaray'ın ikilileri

3 Ekim 2012

Galatasaray'a geçmeden önce maçtan çıkarılacak ilk tespit şudur ki kendisinden ve rakibinden bağımsız olarak hiçbir Türk takımı için kolay Avrupa maçı yoktur ve kısa vadede de olmayacak. Zira bu maçlarda mücadele eden her ne kadar kulüpler olsa da her takım kendi ülkesinin futbol anlayışını, kültürünü ve birikimini sahaya yansıtıyor ve bizim bu konularda ceplerimiz henüz oldukça boş.

Galatasaray'ın gecen seneki şampiyonluğunda en büyük payın Selçuk ve Melo ikilisinin beklenmedik derecede üstün performansına ait olduğu birçok futbolsever tarafından biliniyordu ama bu iki oyuncunun form düşüklüğünün takımı bu denli çaresiz bırakacağı muhtemelen akıllara getirilmemişti.

Öyle ki yazı fazla çalışmayarak geçiren, bunun yanı sıra takıma geç katılarak eski formunu yakalayamayan Melo ile milli maçlar döneminde yaşadıklarından sonra toparlanmakta zorlanan Selçuk'un mevcut formsuzluğu nedeniyle bu sezon gol rekoru kırması beklenen Galatasaray'ın son iki maçta net pozisyon bulmakta dahi zorlandığına tanık olduk.

Braga'nın savunmadaki üstün başarısının, sadece rakip yarı sahada değil savunmadan çıkarken de en uygun adamı bulmaya dayalı ayağa oynama çabasının ve maç boyu hiç eksilmeyen

Yazının Devamı

Mesut baba

25 Eylül 2012

Çocukluğumda şimdiki gibi her köşe başında satılmıyordu formalar. Şimdiki gibi ucuz da değillerdi veya çocuk halimizle bize pahalı geliyordu. Öyle ha deyince alamıyorduk, para biriktirmek gerekiyordu. Biz de öyle yaptık üç arkadaş. Para biriktirdik. Aylar sürdü. Sonra doğru Soysal Pasajı’nın alt katındaki Fenerbahçe mağazasına gittik.

O zamanlar para, futbolu bugünkü kadar kuşatmamıştı ve tabi kirletmemişti. Fenerium’lar yoktu. Kulüp ürünleri satan bir dükkân açmak keyfe keder bir işti ve bunu takımını sadece destekleyen veya ona âşık olanlar değil hayatlarını onunla şekillendirenler yapıyordu; tıpkı vitrinlerini eski-yeni onlarca sarı lacivert formayla, şortla ve bilumum sarı lacivert malzeme ile dolduran Mesut Özer (Mesut baba) gibi. Mesut babanın, sonraları kapitalizmin vahşi pençelerine karşı koyamayıp bir Fenerium’a dönüşmesine razı olduğu hepsi hepsi yirmi yirmi beş metrekarelik dükkânında formalar ve diğer malzemelerin arasında fotoğraflar da vardı. Kâh Mesut babanın hasbelkader girdiği, kâh küçük Şenol’u onunla yan yana olmaya razı ettiği fotoğraf karelerinin en büyüğü onun Müjdat ile iyiden iyiye arkadaş gibi poz vererek çektirdiğiydi; köşesinde de kaptanın imzası

Yazının Devamı

Aykut Kocaman ve Mesut Baba

25 Eylül 2012

Çocukluğumda şimdiki gibi her köşe başında satılmıyordu formalar. Şimdiki gibi ucuz da değillerdi veya çocuk halimizle bize pahalı geliyordu. Öyle ha deyince alamıyorduk, para biriktirmek gerekiyordu. Biz de öyle yaptık üç arkadaş. Para biriktirdik. Aylar sürdü. Sonra doğru Soysal Pasajı’nın alt katındaki Fenerbahçe mağazasına gittik.

O zamanlar para, bugünkü kadar kuşatmamıştı ve tabi kirletmemişti futbolu. Fenerium’lar yoktu. Kulüp ürünleri satan bir dükkân açmak keyfe keder bir işti ve bunu takımını sadece destekleyen veya ona âşık olanlar değil hayatlarını onunla şekillendirenler yapıyordu; tıpkı vitrinlerini eski-yeni onlarca sarı lacivert formayla, şortla ve bilumum sarı lacivert malzeme ile dolduran Mesut Özer (Mesut baba) gibi. Mesut babanın, sonraları kapitalizmin vahşi pençelerine karşı koyamayıp bir Fenerium’a dönüşmesine razı olduğu hepsi hepsi yirmi, yirmi beş metrekarelik dükkânında formalar ve diğer malzemelerin arasında fotoğraflar da vardı. Kâh hasbelkader girdiği, kâh küçük Şenol’u onunla yan yana olmaya razı ettiği fotoğraf kareleri... Fotoğrafların en büyüğü onun Müjdat ile iyiden iyiye arkadaş gibi poz vererek çektirdiğiydi; köşesinde de kaptanın imzası

Yazının Devamı

Çıplak gözle Barcelona

20 Eylül 2012

Çarşamba akşamı bizim için en önemli karşılama Old Trafford'daydı ama aynı saatlerde ben Barcelona-S.Moskova maçındaydım ve dünya gözüyle Barcelona'yı kendi stadında izleme şansı bulduğum için son derece mutluyum.

Naçizane, yurt icinde ve dışında birçok statta birçok takım seyrettim ama hiç şüphem yok ki Barcelona gibi, oynadığının farkında olarak oynayan bir takım görmedim; kolay kolay göreceğimi de sanmıyorum.

Her şeyden önce Katalan ekibini izlerken başınız dönüyor. Futbolcuların topu son derece hızlı ve izleyenlerde adeta o hareketleri bilinçsizce yapıyorlarmış hissi uyandıran doğallıkla birbirlerine teslim etmeleri, hiç bir zaman paniğe kapılmamaları ve hem pasları hem de koşularıyla sahanın her santimetrekaresini kullanmaları onları izleyenleri kelimenin tam anlamıyla yoruyor; buna rakip futbolcular da dahil.

Abartıyor olabilirim ama eğer devrelerde yarı sahalar değişmese maç sonunda sahadaki çimlerin aşınmasından Barcelona'nın hangi kaleye atak yaptığı pekala anlaşılabilir. Zira rakibin kim olduğundan bağımsız olarak topun oyunda kaldığı sürelerin çoğunda top bordo lacivertlilerin ayağında oluyor ve oyun rakip yarı sahada cereyan ediyor.

Barcelona'ya bu pas

Yazının Devamı