05.10.2019 - 09:00 | Son Güncellenme:
Hazırlayan: İhsan Dindar /Budapeşte pek çok kişiye göre Avrupa'nın en güzel şehirlerinden biri. Tuna nehrinin her iki yakasına yayılan bu tarihi şehir, ziyaretçilerini kendisine hayran bırakıyor.
Budin (Buda) ve Peşt adlı iki kentin birleşmesiyle oluşan Budapeşte, Macarların tarihi başkenti olma özelliği taşıyor.
Özgürlüğün başkenti, Doğu'nun Parisi, Avrupa'nın kalbi gibi unvanlara sahip olan Budapeşte'ye en çok yakışan sıfatlardan biri de Tuna'nın incisi.
17 Kasım 1873'te Buda ve Peşt'in birleştirilip tek bir kente dönüşmesiyle oluşan Budapeşte, Viyana'dan sonra Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun en önemli ikinci kenti konumundaydı.
Ancak bu tarihi kentin önemi elbette çok daha gerilere gidiyor. 4. yüzyılda Hunların Orta Asya'dan gelip yerleştiği bölgeye sonrasında Arpad önderliğinde Macar boyları da yerleşmeye başladı.
9. yüzyılda Macarların yedi boyunun Orta Asya'dan gelip bugünkü topraklarına yerleşmesi şerefine 1896'da Kahramanlar Meydanı inşa edildi. Macarcası Hösök Tere olan Kahramanlar Anıtı'nda Macar tarihinin önemli krallarının yanı sıra Arpad ve Taş gibi önemli Macar liderlerin de heykeli bulunur.
Kentin adının nereden geldiği konusunda çeşitli rivayetler vardır. Bunalrda biri de Buda'nın, Hun Hakanı ve Attila'nın amcası Bleda'dan geldiği düşünülmekte. Peşt'in ise düzlük anlamına geldiği düşünülüyor. Bakıldığında kentin Peşte tarafı alabildiğine uzanan bir düzlükte kuruludur.
Sert mücadelelerin yaşandığı bir coğrafyada ayakta durmaya çalışan Macarlar, Moğol istilası karşı en çok mücadele eden topluluklardan biri oldu. 10. yüzyıla kadar Şaman kalan Macarlar Kral İstvan döneminde Hristiyanlığa geçmeye başladı.
Hristiyanlığın Katolik mezhebine bağlı olan Macarlar bu dönemde, dinin koruyucusu, dinin en doğudaki devleti olarak tanındı. Budapeşte'deki en büyük bazilika olan Szent İstvan Bazilikası bu kralın adını almıştır.
96 metre yüksekliğe sahip olan Szent İstvan Bazilikası, bu yüksekliğinin nedeni Macarların 896 yılında bugünkü topraklarına gelmesinden ötürüdür.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde fethedilen ve 1699'a kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Budin'de çok sayıda cami, hamam ve kervansaray inşa edildi.
Kente hakim bir konumda bulunan Hz. Meryem Kilisesi bu dönemde camiye çevrildi. Burada kılınan ilk cuma namazında, Budapeşte'de kabri bulunan Gül Baba vefat etti.
Galatasaray'ın manevi kurucusu olarak kabul edilen ve taşıdığı sarı-kırmızı güllerle takımın renklerine de ilham olan Gül Baba, Kanuni ile birlikte Macaristan Seferi'nde yer alan bir isimdi.
Kentin Buda tarafında bulunan türbesi geçtiğimiz yıllarda Türkiye ve Macaristan hükumetlerinin yanı sıra Polat Holding'in büyük katkılarıyla gerçekleştirilen Gül Baba, en batıdaki Osmanlı izlerinden biridir.
1699'daki Karlofça Anlaşması ile tarihte Osmanlı'nın kaybettiği ilk toprak olan Budin'de bu tarihten sonra Avusturya hakimiyeti ön plana çıkmaya başladı.
Sonrasında Avusturya-Macaristan İmparatorluğu adını alacak devlette Buda ve Peşt önemli kentler olarak hızla gelişmeye başladı.
1830'larda Peşt'e büyük zararlar veren Tuna taşkınları bölgenin kaderini değiştirecek bir karara neden oldu. Bu tarihten itibaren Peşt, Fransız ve Avusturyalı mimarları tarafından tabiri caizse sil baştan inşa edildi.
Bölgede Macarların, milliyetçilik akımının da etkisiyle sürekli ayaklanmalar gerçekleştirmesinin ardından Viyana yönetimi kentin gelişmesine daha fazla önem vermeye başladı.
Kentte 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleşmeye başlayan yatırımlar sayesinde Budapeşte bugünkü görünümünü kazandı. Kentin dört bir yanına Viyana'daki benzerleri gibi binalar inşa edilmeye başlandı.
1873 yılına gelindiğinde dönemin bölge valisinin kararıyla iki ayrı kent olan Buda ve Peşt birleştirildi. Bu tarihten sonra daha da önemli bir hale gelen kente anıtsal yapılar yükselmeye başladı. Bunlardan birisi kuşkusuz görkemli Parlamento binasıdır.
İmre Steindl'ın mimarlığını üstlendiği ve 96 metre yüksekliğe sahip olan yapı Szent Istvan Bazilikası ile aynı yüksekliğe sahiptir. Bunun nedeni de tıpkı bazilikadaki gibi Macarların bu topraklara geldikleri 896 yılına bir atıftır.
Budapeşte denince akla gelen ilk yerlerden biri kuşkusuz Zincir köprüdür. Dönemin önemli isimlerinden Kont Szechenyi tarafından inşa ettirilen ve bazen de onun adıyla anılan köprü, 1849 yılında açılmıştır.
Babasının Buda yakasındaki cenazesine yoğun kar yağışı nedeniyle geçemeyen Kont Szechenyi bu acı olayın ardından böyle bir köprü yaptırmaya karar verir. İskoç mimar William Tierney Clark'ın yaptığı köprü 375 metre uzunluğa sahiptir. Yayaların yanı sıra motorlu taşıtlar da köprüden geçebilmektedir.
Köprü, oldukça trajik bir hikayeye sahiptir. Köprünün Mimarı Clark, inşaat bittikten sonra eserine duyduğu güvenden ötürü herhangi bir kusur bulan olursa intihar edeceğini belirtir. Köprünün her iki yönünde bulunan toplan dört aslan heykeline bakan küçük bir kız, aslanların dilinin olmadığını fark eder. Bu haber kısa sürede Britanya'da yaşayan Clark'a ulaşır. Rivayete göre Clark'ın ölümünün nedeni, o küçük kızın köprüde bulduğu kusurdur.
Kont Szechenyi'nin Budapeşte'ye hediye ettiği yapılardan bir diğeri de bu devasa havuzdur. Dondurucu kış havalarında bile girilebilen bu sıcak su kaynağı Budapeştelilerin enn önemli sosyalleşme mekanlarından biri olarak kabul görür. Termal bir kaplıca olan bu görkemli yapı 1913'te açılmıştır. termal, magnezyum ve kalsiyum bakımından oldukça zengindir.
Budapeşte'nin bir diğer dikkat çekici yönü kıta Avrupası'nın en eski metro hatlarından birine ev sahipliği yapmasıdır. Bir numaralı hat, 1896'da Budapeştelilerin kullanımına açılmıştır.
20. yüzyıl Budapeşte tarihinde büyük çalkantılara sahne olmuştur. Bunlardan ilki Birinci Dünya Savaşı sonrasında bağımsızlığa giden yoldur.
Kanlı çatışmaların yaşandığı bu süreç, Almanların Budapeşte'yi işgal etmesiyle devam etti. Kent, Almanlar tarafından İkinci Dünya Savaşı'nda işgal edilip büyük yıkım yaşadı. Almanların bombaladığı başta Zincir Köprü olmak üzere pek çok yapı savaş sonrası yeniden inşa edildi.
İkinci Dünya Savaşı dönemine kadar önemli bir Yahudi nüfusa ev sahipliği yapan ve hatta kıtanın en büyük sinagogunun bulunduğu Budapeşte'deki Nazi zulmünü en çok da onlar yaşadı. Tuna nehri kıyısında kurşuna dizilip nehre atılan Yahudileri temsilen Parlamento binasının hemen yanında ayakkabı heykelleri inşa edilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği tarafından kurtarılan Budapeşte'de, zamanla Rus hakimiyeti kalıcı hale gelmeye başladı. Bu durumdan rahatsız olan ve iç işlerine karışılmasını protesto eden binlerce Macar, Ruslar tarafından öldürüldü. 1956 yılında Budapeşte'ye giren Rus tankları, yıllarca kentte kaldı.
Rus yönetiminde kentin pek çok yeri yeniden inşa edilirken, Budapeşte dışında da yüksek katlı bloklar yapıldı. İnce duvarlara sahip olan bu blokların bu şekilde inşa edilme nedeni, hereksin birbirini duyabilmesi ve yönetimin aleyhine konuşanın daha kolay tespit edilebilmesiydi.
Demir Perde çöktükten sonra yüzünü hızlı bir şekilde batıya dönen Macaristan, günümüzde Avrupa Birliği'ne tam üyedir. Hızlı gelişen ekonomisiyle dikkat çeken Macaristan'da işsizlik oldukça düşük seviyelerdedir. Macarlar ulusal para birimleri Forint'i kullanamaya devam ediyor.
Nobel'in bilim ödüllerinde oldukça iyi bir dereceye sahip olan Macarların başkenti, dünyaca ünlü üniversitelere de ev sahipliği yapmaktadır. Öyle ki pek çok Türk vatandaşı da buraya eğitim için gelmekte.