09.02.2020 - 07:03 | Son Güncellenme:
BUKET AYDIN - PAZARDAN PAZARA
Hakan Mengüç tasavvuf ve sufizmin Türkiye’deki genç temsilcilerinden. Sohbetlerine binlerce kişi katılıyor. Kitapları çok satıyor; dünyada da ilgi görüyor. Çok güzel ney üflüyor. Canlı dinledim gerçekten muhteşem. Özellikle gençler aşkla ilgili anlattıklarına büyük önem veriyor. Tasavvuftaki aşk biraz farklı evet ama Mevla’yı bulmak için önce Leyla’dan geçmek gerek. Yeni kitabı “Hiç Bir Karşılaşma Tesadüf Değildir” için bir araya geldik. “Emir Sultan Hazretleri seni çağırıyor” notu ile başlayan bir kitap olunca açıkçası çok ilgimi çekti. Zira türbesini sık ziyaret ettiğim bir zattır. Sadece kitabı konuşmadık tabii. İşte tasavvuf ve günümüze uyarlanması ile ilgili tadı damağınızda kalacak sohbetimiz. İyi pazarlar.
Hiçbir Karşılaşma Tesadüf Değildir” yeni kitabınızın adı. Kitapta size verilen not üzerine karşılaştığınız bir kadının yolculuğunuza dahil olduğu bir hikayeyi anlatıyorsunuz. Bu hikaye gerçekten yaşandı mı?
Bir seminerimde gelen bir notla başladı her şey. Büyük bir kısmı gerçekten yaşandı dediğim gibi, sadece aralara daha öğretici olması için kendim de eklemeler yaptım. Ama kitap yaşadığım gerçek bir hikaye üzerinden kurgulandı.
Yolculuk yapma fikri, “Benim tek sığındığım Allah deyip” yola çıkma fikri size nereden geldi?
Bu kitapta da yazdım 20’li yaşlarda Hint bir adamın Bursa’da verdiği semineri dinlediğimde aklıma geldi bu fikir. Bu adam 14 yıldır hiçbir yerden maaş almadan dünyayı geziyor. Bunu anlattı bize. Baktığınızda teslimiyetten en çok bahseden insanlarız biz. Sonra şöyle bir diyalog gelişti izleyicilerden biriyle arasında: “Böyle söylüyorsunuz ama maaşınızı kim ödeyecek?” sorusuna o “Sen patronunun 3 ay sonra maaşını ödeyeceğine inanıyor musun?” sorusuyla karşılık verdi. Cevap “Evet!” oldu. “Bir yıl sonra ödeyeceğine inanıyor musun?” sorusu geldi ardından, “Evet, çünkü biz kurumsal bir firmayız!” yanıtını aldı. Şöyle dedi sonunda adam “Patronunun bile maaşını ödeyeceğine inanıyorsun, bu kâinatın sahibinin ödeyeceğine ben nasıl inanmayayım”. Bu diyalog hepimizi çok etkiledi. Beni de çok etkiledi. Kuru laf olarak kalmasın, ben bunu test etmek istiyorum dedim kendi kendime. Ki sufilerin hayat felsefesinde sürekli bir hicret, yola çıkma vardır. Çünkü yol en büyük öğretmendir sufilere göre. O yüzden ben de o zamandan beri her sene kendime değişik şekillerde meydan okumaya çalışıyorum. Konfor alanıma alışmak istemiyorum. Çünkü çok tehlikeli bir yer orası.
Gerçekten hiç para almadan mı yola çıkıyorsunuz?
Evet. Aslında bu başta çok zor görünen bir şey ama bir kere yaptıktan sonra inanılmaz şeyler oluyor ve diyorsunuz ki ben ne kadar büyütmüşüm bu olayları. Mesela hepimizde vardır “5 parasız, sokakta kalacaksın!” düşüncesi. Böyle bir şey yok. Nazım Hikmet’in de şiirinde yazdığı gibi “Ufak iş bizimkisi asıl en zoru hapishaneyi bilerek ya da bilmeyerek insanın içinde taşıması”. Aslında biz bunu yapıyoruz. Zihin hapishanesindeyiz.
“Sufizm gerçekçidir”
Kitabınız tasavvuf ve sufizm ağırlıklı. Bu felsefenin çok seveni de var çok eleştireni de. “Pozitif düşününce hiçbir şey olmuyor” diyenler de var.
Sufi felsefesini çok gerçekçi görüyorum ben. Evet, başımda bir dert var, ben bu derde küfredince bu dert geçmiyor. Ama bu derdin içindeki hediyeyi görebilirim. Mevlana’nın dediği gibi; “Kabuğu kırılmış sedef üzüntü vermesin sana içinde inci vardır”. Mevlana’nın, Şems-i Tebrizi’nin en büyük özelliği bütün örneklerini doğa üzerinden vermesi. Mesela “Bazen dertler yağmur olup üstüne yağar ama unutma ki rengârenk gökkuşağı da yağmurdan sonra çıkar” diyor. O yüzden bizim felsefemiz kişisel gelişim gibi “Bunu başarırsan şu ev senin olur, şu uçağı alırsın” değil; ne yaşıyorsan yaşa onun trajedisi olduğu kadar hediyesi de var. Ben buna gerçekçi bakış açısı diyorum.
Aşk acısı olgunlaştırır, aşk acısı çekmeyen bugünkü benliğine ulaşamaz, aslında bu bir hediye diyorsunuz…
Leyla’dan geçmeden Mevla’ya varılmaz der sufiler. Tabii ki acılar olgunlaştırıyor bizi. Bize ayna tutuyor. Çoğu zaman karşı tarafla alakası olmuyor yaşadıklarımızın. Sınır koymayı bilmiyoruz, kendimizi doğru zamanda ifade etmiyoruz. Sürekli erteliyoruz bir şeyleri, aşk acısı çoğu zaman bizimle alakalı oluyor.
“Sen yola çık, yol sana görünür”
Çok düşünmek harekete geçmemizin önünü tıkar demişsiniz. Bunu çözmek için ne yapmak gerekiyor?
Her şeyin fazlası zarar prensibinden ilerlememiz gerekiyor. Bir şey üzerinde çok fazla düşündüğümüzde onu yapacak zaman bulamıyoruz. O yüzden düşünüp hemen harekete geçmeliyiz. Mevlana’nın bir sözü var, “Sen yola çık, yol sana görünür” diyor.
“Kader insandan vazgeçmiyor. Anbean yeniden ve yeniden yazılıyor” kitabın alt başlığı. Değişiyor mu kader gerçekten?
Ben kaderin yeniden anbean yazılmasını yine sufizmden aldığım bir sözle açıklamak isterim ki Kuran’da da var bu, “Biz sizin kaderinizi çabalarınıza bağlı kıldık”. Demek ki çabamız kaderimizi yeniden yazıyor. Ben kişisel olarak kendi hayat hikayemde de çabalarımın kaderimi yeniden yazdığına inanıyorum.
Bu kitabı okuyanlar ne bulacak?
Mesela ben de kendimle yüzleşiyorum bu kitapta. Azra benim öğrencimken birden öğretmene dönüşüyor. “Sen de yola o kadar takmışsın ki, yoldaki papatyaları görmüyorsun” diyor. Bu kitabı okuyanlar bence tasavvufu, sufizmi, kendi iç çatışmalarını nasıl çözebileceklerini öğrenecekler ve teslimiyeti.
Teslimiyetin de içini boşaltıyoruz bence biz. Gerçek teslimiyetten kastettiğiniz şey nedir?
Gerçek teslimiyet benim için elinden geleni yaptıktan sonra onu bırakmaktır. Ben bu kitabı yazdım, yapmam gereken reklamı da yaptım, yayınevi de yaptı. Bundan sonra artık ne oldu, kim aldı diye düşünmek bizi geriyor, mahvediyor, olacak olanı da bozuyor.
Sufizmin, tasavvufun felsefesi hiç olmak anlattığınız gibi. Kitaplarınız birçok dile çevrilmiş, binlerce insana seminerler veriyorsunuz. Sosyal medyadan milyonlarca insana ulaşıyorsunuz. Bu hiç olmakla ne kadar örtüşüyor?
Mevlana döneminin en meşhuru. Düşünsenize Konya Selçuklu Devleti’nin hükümdarı namını duyup çağırıyor. Önemli olan meşhur olup olmamak değil. Sen hiçbir takipçin yokken de çok egolu olabilirsin, çok takipçin varken de çok mütevazı olabilirsin. Bu senin kendini tanımanla alakalı. Birileri çıkıp bana “Sen harikasın, mükemmelsin” yazınca ben bundan etkileniyor muyum? Hayır, ben kendimin kusurlarını da biliyorum, problemlerini de. Hiç olmaya gelince, hiç olmayı mağarana kapanmak, kimseyle konuşmamak zannediyoruz. Hiç olmak aslında hiçbir şeye muhtaç olmamaktır. Her şeye sahip olabilirsin, en güzel şeyleri yapabilirsin, bu nimetler bizim için verilmiş. Ama onlara muhtaç olmamaktır, onlar olmadan da mutlu olabilmektir. Çünkü bir şeye muhtaç olduğunda o senden uzaklaşıyor ama ihtiyaç duymadığında o sana kendiliğinden geliyor. Bu yüzden Şems “Şu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen hiç ol” diyor. Yani hiçbir şeye muhtaç olma, her şeyle mutlu olmayı bil demek istiyor.
“Emir Sultan Hazretleri seni çağırıyor” diye başlıyor kitap. Özel bir bağınız mı var orayla?
Bursa’yla var. Ben 15 yaşlarında ney üflemeye başlayınca, Bursa’daki evliyalara da ilgi duymaya başlamıştım. Aziz Mahmud Hüdayi, Emir Sultan Hazretleri, Bursa Ulucami… Gider oralarda otururdum hep. İzmir’de gerçekten o not kondu defterime. Ama önemsemedim. Her gün “Sizi rüyamda gördüm” diyen 10 kişi yazıyor. Ama sonra ben o notu önemsemesem de ardından bir şekilde oraya gitmek artık olaylara daha bir okuyucu gözle bakmamı sağladı. Kuran’ın ilk vahyi olan “Oku”nun sadece kitap okumak olmadığını, olayları okumak, karşılaşmaları okumak olduğunu anladım.
“Kitaptaki bilgilerin dünyaya ulaşmasını istiyoruz”
Kitaplarınız başka dillere de çevriliyor. Bu kitap da çevrilecek değil mi?
Kitaplarımız “Ben Neyim” ve “Kalbin Temizse Hikayen Mutlu Biter” Farsçaya çevrildi. Bu da çok ilginç İran’da çok takipçimiz var. Mesnevi Farsçadır aslında. Mesnevi’den ilham alarak yazdığım “Ben Neyim” kitabı Türkçe yazılıyor sonra Farsçaya çevrilip İran’da okunuyor. Bu benim için gurur kaynağı aynı zamanda. Rusçaya, Arnavutçaya, Bulgarcaya çevrildi, ikinci üçüncü baskılarını yaptı. Kitap kendi kendine yürüdü. Bu yeni kitap da İngilizce ve Almancaya çevrildi. İnşallah biz bu güzel bilgilerin tüm dünyadaki insanlara ulaşmasını istiyoruz. Yayınevimiz de sağ olsun, Destek Yayınları’yla hep bir koldan uğraşıyoruz. Gül verenin elinde gül kokusu kalırmış ya biz de onu yapmaya çalışıyoruz.
“En büyük sorun yaşam amacını bulamamak”
Sufizme, tasavvuf felsefesine dünyada da çok fazla yönelim başladı. Neden sizce böyle bir değişim oldu?
Bugün ortalama bir araba alan biri, bundan 300 sene önce yaşamış bir kraldan daha rahat yaşıyor bir yerden bir yere seyahat ederken. O kadar iyi şartlarda yaşıyoruz ki! Belli bir dönem mutsuzluğumuzun nedeninin hep iyi bir telefonumuz olmaması, şunun olmaması, bunun olmaması olduğunu düşündük. Fakat bunlara az çok sahip olduktan sonra anladık ki, mutlu eden şeyler onlar değilmiş. Bizim aradığımız şey maneviyatmış, manevi boşluğumuzmuş aslında. Mesnevinin ilk beyiti şöyle başlar, “Dinle neyden duy neler söyler sana. Derdi vardır ayrılıklardan yana”. Aslında diyor ki sufiler, biz yaradanın bir parçasıyız, ondan ayrı düştük ve tekrar ona kavuşmayı arzuluyoruz. Araba değil bizi mutlu edecek olan. Başka herhangi maddi bir şey de değil.
Kendini akışa bırakmak ya da olanı kabullenmek tarzı düşünceler sanki kötü durumda olan insanlara telkinde bulunmak gibi geliyor bana. Sizce?
Ben aslında maneviyata en aç olan insanların en zengin insanlar olduğunu düşünüyorum. Sufizm’de de Allah benim rızkımı verir değil tam tersi mücadele etmek anlatılır.
Hakan Mengüç’ün kitabı Destek Yayınları’ndan çıktı.
İnsanlar size en çok hangi sorunla geliyor?
Seminerlere gelme ve kitapları alma hikayelerine baktığımda insanların en büyük sorunları yaşam amacını bulamamak, ilişkilerinde sürekli hep aynı insanlarla karşılaşmak ve tatminsizlik. Bunu en çok işini oturtmuş, hayatını bir düzene sokmuş kişilerde görüyorum. İşimi bulayım, arabamı alayım, her şey düzelecek zannediyor insanlar ama sonra aslında o manevi bir arayış çıkıyor. Herkes bir şekilde “Ben niye bu dünyaya geldim?” sorusunu soruyor.
Sizin varmak istediğiniz yol neresi?
Ben kendimi tanımaya çalışıyorum. Biraz tanıdığımı düşünüyorum. Kendi müzik yeteneğimi keşfettim, yazma yeteneğimi keşfettim. Biliyorum ki sufizme göre insan eşrefi mahlûkattır. Yaradanın bir parçasıdır. Bizim içimizde bilmediğimiz hazineler var. Şairin dediği gibi “Define sandığının üzerinde oturup dilencilik ediyorsun”. Ben içimdeki o hazineleri bulamaya çalışıyorum. Bunu da ilimle, araştırarak, yola çıkarak bulacağıma inanıyorum. Sufizm bana ilk şunu öğretti; sen bu değilsin, kendini farkına var. Eşrefi mahlûkatsın buna yakışır şekilde davran.
“En çok ilişkiler bize ayna tutuyor”
Sosyal medyada kadın erkek ilişkileri üzerine yaptığınız tespitler çok izleniyor. Bir sürü şey anlatıyorsunuz ama en çok ikili ilişkiler ilgi çekiyor. Sinir olmuyor musunuz?
Bazen ama en çok ilişkiler bize ayna tutuyor. Ayna bize güzelliğimizi gösterdiği kadar kusurumuzu da gösterir. Kendi başımızayken kendi kusurlarımızı göremeyiz. Ama bir ilişkinin içine giriyoruz, benim kaybetme korkum varmış diyoruz, sabırsızlığım varmış diyoruz. Bir de en yüce duyguyu aşkta tadıyoruz. Onun verdiği haz hiçbir şeyde yok. “Aşkı ede gör başına taç deme mecazi. Aşık olanın gönlüne irfan gelir elbet”. Mecaziden kasıt dünyevi aşk. Mecazi de olsa aşkı gönlüne al diyor bir sufi; aşk gelirse, o kıvılcımı yakarsa o dahi ilahi aşka kadar gider. Beyazıd-ı Bestami’nin bir hikayesi var; sevgili geliyor kapıyı çalıyor, “Kim o?” diyor içerideki. “Ben” diyor sevgili. Kapıyı açmıyor ve “Git” diyor. Bir sene sonra tekrar geliyor sevgili, tekrar kapıyı çalıyor, içerideki tekrar “Kim o?” diyor, sevgili “Sen” diye cevap veriyor bu kez ve nihayet kapı açılıyor.
Videolarınız genelde çok izleniyor zaten ama özellikle çok izlenmiş bir tanesi var. Nasıl vazgeçilmez kadın olunacağını anlatıyorsunuz. Nasıl olunur peki?
İnsanın kendi olabilmesiyle. Bir insan ancak kendi başına mutluysa bir başkasıyla mutlu olabilir. Eğer mutsuzluğunu kapatmak için bir ilişkiye başlarsan sen oraya kaybederek giriyorsun en başından. Çünkü muhtaç oluyorsun ona. Nazım Hikmet’in dediği gibi “Ben sensiz de yaşarım. Ama seninle bir başka yaşarım”. Sen kimse olmasa da mutlu huzurlu ve eğlenceli bir hayata sahip olursan eğer ancak o zaman bir başkasıyla mutlu olabilirsin.
Sizi dinleyip kendine yaşam amacı bulmaya çalışan ve bunu takıntıya dönüştüren kişiler oluyor mu? Neler yapıyorsunuz?
Son 2 yıldır bireysel görüşmeler yapmıyorum. Instagram’da da var öyle kişiler yüzlerce mesaj atan. Bazen insanlar da gözünde çok büyütüyorlar beni. Bir tane ideal örnek görelim diyorlar. Ben o yüzden bu kitapta yanlış yönlerimi de olabildiğince göstermeye çalıştım. Mükemmel insan diye bir şey yoktur ama mükemmelliğe doğru ilerleyen insan vardır. Ne kadar anlatmaya çalışsam da insanlar inanmak istediklerine inanıyorlar.
“Ney dünyadaki bütün hikayeleri içinde barındırıyor”
Anlattığınız her hikayede neyden ilham alıyormuş gibisiniz? Ney parçanız olmuş ve bundan vazgeçemiyormuşsunuz gibi hissettim.
Neyin içinde hayatımızda yaşayabileceğimiz bütün hikayeler var. Az bile anlatıyorum aslında. Çünkü ben ney de yapmayı biliyorum. Ney kamışlıktan koparılıyor, ayrı düşüyor. Mevlana diyor ki; “Onun içli ses vermesinin sebebi aslında kamışlığa geri dönmek istemesi ama ayrılmasaydı da bir ney olmazdı”. Neyin delikleri, içinin delinmesi hiç olmaya benziyor. İçi delinmezse neyden ses çıkmıyor, biz de hiç olmadıkça kendimizi tanımıyoruz. Aslında şu kamış dünyadaki bütün hikayeleri içinde barındırıyor.