18.11.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:
BÜLENT USTA
Murat Belge, Marksist felsefeyle temellendirdiği eleştirel bakışını, göstergebilim, yapısalcılık gibi yaklaşımlarla zenginleştiren; tarihsel, sosyolojik zeminde siyasetle de doğrudan ya da dolaylı bağlar kuran bir eleştirmen olarak bilinir. Çevirmenliği, yayıncılığı, üniversite hocalığı, köşe yazarlığı ve elbette edebiyat eleştirmenliğiyle düşünsel hayatımıza büyük katkılarda bulunan Belge, Türkiye entelijansiyasının vazgeçilmez figürlerinden birisidir.
İşte bu ‘önemli’ imzanın yeni kitabı “Genesis”, İletişim Yayınları’ndan çıktı.
Hem ele aldığı konu itibarıyle hem de ele alıştaki ‘çoğul disiplinli yaklaşım’la tam bir Murat Belge kitabı olan “Genesis”te, tarih ve edebiyat belirli bir çerçeve içinde buluşup hareket ediyor. ‘Genesis’ sözcüğünün Türkçede ‘köken’ sözcüğüne denk gelmesi, kitabın ele aldığı konuyu işaret etmesi açısından önemli.
Murat Belge, Türk kimliğinin tarihi romanlar aracılığıyla, ‘büyük ulusal anlatı’ çerçevesinde nasıl işlendiğini araştırıyor bu defa. Bir ülkede milliyetçiliğin keşfi ve inşası çalışmalarında, edebiyatın üstlendiği görevi ve ‘milliyetçiliğin ortaklaşa bilinçdışı’nı nasıl şekillendirdiğini gösteriyor Belge. Dahası bu ‘ortaklaşa bilinçdışı’ndaki arızaları tespit ederek, tarih ve edebiyat aracılığıyla siyasi bir analize de yöneltiyor bizi.
İdealize edilmiş geçmiş
Milli ve milliyetçi edebiyatlarda “Biz nereden geliyoruz” sorusu oldukça önemlidir. Çünkü, yazarın da altını çizdiği gibi, milliyetçiler için parlak bir gelecek ancak idealize edilmiş bir geçmiş üzerine kurulabilir. Ama bu geçmişin niteliği, yaşanan süreci etkileyecek siyasi ve kültürel tercihleri de belirler.
Örneğin Nihal Atsız, “Bozkurtların Ölümü” adlı romanında, Türklerin kökeni anlatısını Ötüken’e dayandırırken, Halikarnas Balıkçısı gibi yazar ve araştırmacılardan oluşan, Belge’nin ‘Mavi Anadolucular’ olarak tanımladığı kişiler, Türklerin ortaya çıkışını Anadolu medeniyetleri kapsamında araştırmaya yönelir.
Ama bu köken, ister Hitit, ister Malazgirt ya da İslam olsun, sonuçta hepsi ortak bir noktada buluşur: Milliyetçilik. Ve her biri, ayrı bir milliyetçilik projesiyle yaklaşır meselelere. Kemal Tahir’in yapıtlarında ele aldığı “Asya üretim tarzı” ile Tarık Buğra’nın yapıtlarında işlediği “Türk-İslam sentezi”nin karşı karşıya gelmesi gibi.
Toplam on bölümde, Özcülük Düşüncesi’nden başlanarak Kemal Tahir, Tarık Buğra, Erol Toy, Necati Sepetçioğlu, Nihal Atsız ya da Peyami Safa dahil pek çok romancıya ait yapıtlar aracılığıyla sürülen iz, Türkiye’deki milliyetçiliğin ve zenofobinin kökenlerine dair ipuçlarıyla da buluşturuyor bizi.
Belge, ‘otokton’ (evvelden beri orada bulunan) olmaksızın bu topraklarda yaşayan bir halkın üyesi olduğu için herhangi bir kompleks duymadığını dile getirirken, incelediği yazarların, ‘ortaklaşa bilinçdışında’ yaşanan ve ciddi sonuçları olan bu kompleksi, romanları aracılığıyla meşrulaştırdığı sonucuna varıyor.
‘93 Harbi’nin etkileri
Günümüzde bu ‘ortaklaşa bilinçdışı’nın genel ideolojiyle kesiştiği yerler ve paranoyayı besleyişi sayesinde yarattığı tahribat ise, kitabın sınırlarından taşıp üzerinde düşünmemiz gereken temel meselelerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Ki çeşitli vesilelerle önümüzde duran, daha doğrusu önümüzü tıkayan bu sürecin Osmanlı’nın ’93 Harbi hezimetiyle başladığının altını çizen Belge, bu konuyu, yani ’93 Harbi hezimetini ve sonuçlarını derinlemesine ele alan bir başka kitap hazırlığı içinde olduğunun bilgisini de veriyor kitapta.
Murat Belge’nin ‘çoğul disiplinli yaklaşımı’, ele aldığı konuyu derinlemesine ve çok boyutlu bir biçimde incelemesine olanak sağlıyor. Kitabın ‘Çıkış’ında ‘anlatıbilim’i Propp ya da Lévi-Strauss gibi düşünürler aracılığıyla tartışması da, yazarın kitapta kullandığı yöntem hakkında bize fikir veriyor.
Özetlersek, “Genesis”, edebiyatın derinliklerinde dolaşırken ‘ortaklaşa bilinçdışı’nın analizini yaptığı gibi, edebiyat eleştirisinin ufkunu da alabildiğine genişletiyor.