20.08.2018 - 09:57 | Son Güncellenme:
Rue de Rivoli neresi mi? Şöyle söyleyelim Paris'te görmeniz gereken hemen hemen her şeyin ya üzerinde olduğu ya da yakınında bulunduğu 3 kilometrelik bu caddeyi aslında Rue Saint-Antoine'dan başlatırsak bir ucu Bastille Meydanı diğer ucu da Concorde Meydanı olarak düşünebiliriz. Dünya devrimler tarihinde büyük öneme sahip olan bu iki alanı birleştiren cadde üstünde Hotel de Ville yani Paris Belediyesi, St. Jacques Kulesi, Louvre Müzesi ve Tuileries Bahçesi yer alır. Bunun yanı sıra doğudaki Bastille'den batıdaki Concorde'a doğru giderken sağınızda La Marais gibi kentin en eski yerleşim yerleri, solunda da Seine Nehri ve Notre Dame Katedrali sizi karşılayacak.
İnşaatı 150 sene süren bu 14. yüzyıl yapısı Paris'in kilometre hesabında sıfır noktası olarak kabul edilir. Seine nehri üzerindeki iki adadan biri olan ve Paris'in ilk olarak kurulduğu Ile de La Cité'deki Notre Dame Katedrali, geçmişte Fransız krallarının taç giyme törenlerine de ev sahipliği yapıyordu. İki kuleli bu gotik kilisenin merdivenlerini kullanarak üst bölümüne çıktığınızda sizi güzel bir Paris manzarası karşılayacak. Tabii bunun için metrelerce uzayan kuyruğa sabretmeniz gerekiyor. Değer mi? Kesinlikle! Quasimodo'nun ruhu oralarda bir yerde...
Orası da neresi? diyenlere kısaca özetleyelim. Paris'in doğu ve batı sınırlarını belirleyen iki büyük kent ormanı vardır. Batıdaki Bois de Bologne'dur, doğudakiyse Chateau de Vincennes ve devamındaki Bois de Vincennes'dır. Chateau de Vincennes bir Ortaçağ şatosu olup tarih meraklılarının çok sayıda silah ve diğer araç gereçleri görebilecekleri bir müzeye ev sahipliği yapmakta. Bunun yanı sıra devasa parkta farklı hayvan türlerinin tutulduğu bir bahçe bulunmakta. Chateau de Vincennes aynı zamanda kentin en önemli metro hattı olan 1 nolu hattın doğudaki başlangıcıdır. Hatta Bastille, Louvre, Concorde, Champs Elysee gibi önemli noktalardan geçip Paris'in gökdelen bölgesi La Defense'ta sona erer.
Paris, Seine Nehri üzerinin iki yanına kurulmuş bir kent. İki yakayı birçok köprü birbirine bağlamakta. Hatta tam rakamı verelim, 37. Pont Neuf, Pont 3. Alexandre, Austerlitz, Debilly ve Pont des Arts bunlar içinde en ünlüleri. Ayağınızda rahat bir ayakkabı varsa hepsini kat etmeyi kendinize bir hedef olarak belirleyebilirsiniz. Karşılığında da Paris'in bütün kıyılarını gezmenin saadeti sizin olacak. Bundan yüzyıl öncesinde bile kanalizasyonun aktığı, iğrenç kokusuyla insanları Paris'ten soğutan Seine kıyıları günümüzde ressamların, dansçıların, sevgililerin ve sokak müzisyenlerinin uğrak noktası. Seine nehrinden bu kadar bahsetmişken çok sayıdaki tekneyle gerçekleştirebileceğiniz turları da es geçmek olmaz. Paris'e bir de nehirden bakın.
Paris'in sol ya da güney yakası olarak bilinen kesim, kentin bohem hayatının da kalbinin attığı yerdir. St Germain, St Michel gibi birbirini birini kavşakta kesen iki önemli cadde üzerinde bulunan kitapçılar, mağazalar, Sorbonne Üniversitesi'nin tarihi binaları ve Lüksemburg Bahçesi bu bölgenin mutlaka görüşmesi gereken yerleridir. Tabii Pantheon da öyle. 18. yüzyılda katedral olarak inşasına başlanan yapı, Fransız Devrimi'nin ardından tamamlanıp bir müze yapısı olarak kullanılmaya başlandı. Victor Hugo, Alexandre Dumas, Voltaire, Jean Jacques Rousseau gibi dünya tarihine damgasını vurmuş kişilerin mezarı Pantehon'un alt katında yer alır.
Seine kıyısında, Bercy olarak adlandırılan spor ve kongre bölgesinde yer alan Cinematheque, bu sanat dalanın başladığı topraklar olan Fransa'da sinemanın gelişimini kronolojik olarak görebileceğiniz bir müze. Kütüphane ve kitapçısıyla da sinema tutkunlarına hizmet eden Cinematheque'in karşı yakasında da dünyanın en büyük kütüphanelerinden biri olan Ulusal Kütüphane yer alır. Dört gökdelen ve ortasındaki geniş alanı kapsayacak bir şekilde inşa edilen kütüphanede milyonlarca kitap bulunuyor. Kitap okumaya vaktiniz yoksa bile sırf görmek için gitmeye değer.
Burayı sabırsızlıkla bekleyenler mutlaka vardır. Montmartre, ekseriyeti düzlük olan Paris'in en dik yamacı. Sacre Coeur Bazilikası'na ev sahipliği yapan tepeye Pigalle'den yokuş tırmanarak ulaşabilirsiniz. Sağlı sollu hediyelik eşya satan mağazalar size epey yardımcı olacaktır. Meşakatli bir yokuşu tırmandıktan sonra karşınızda heybetli Sacre Coeur olacak. Sacre Coeur'ün de bulunduğu mahalle olan Montmartre Toulouse-Lautrec, Monet, Chagall, Picasso ve Dali gibi pek çok ressama ev sahipliği yapmış bir yer. Empresyonist akımının başladığı yer olan bu mahallenin sokaklarında günümüzde de çok sayıda ressam sanatını konuşturmaya devam ediyor. Buraya gelmişken Museé de Montmartre, tarihi kabare mekanı Lapin Agile, Dalida'nın evini ve geri dönerken de Moulin Rouge'u mutlaka görün.
Montmartre'dan kentin merkezindeki düzlüğe inebiliriz. Başarda da bahsettiğimiz gibi St. Paul-La Marais, Paris'in en eski yerleşim bölgelerinden birkaçı. Kentteki Yahudi nüfusunun yaşadığı St. Paul'ün dar sokakları sizi ufak bir zaman yolculuğuna çıkaracak güçte. Picasso Müzesi, Museé de Carnavalet gibi ilgi çekici müzeleri gezdikten sonra Victor Hugo'nun da yaşadığı Place des Vosges'ın bahçesinde biraz soluklanıp kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Zira gezilecek daha çok yer var!
Place des Vosges'da soluklandıktan sonra batıya doğru yürümeye devam edin. La Marais'nin dar sokakları karşınıza Karl Lagerfeld'in ofisini, çok sayıda kafe ve alternatif eğlence mekanını çıkaracak. Biraz daha sabrederseniz Centre Pompidou, Dali'den Dechamps'a 20. yüzyıla damgasını vurmuş pek çok önemli ismin eserlerine ev sahipliği yapıyor. Sanayi Çağı mimarisinin izlerini taşıyan Renzo Piano'nun bu yapısı, Paris merkezinin en yenilikçi yapılarından biridir.
Sizi tarih, kültür ve sanata boğmuş olabiliriz. Şimdi ödül zamanı. Modanın başkenti Paris'te alışveriş yapabileceğiniz pek çok rota var. Champs Elysee, Avenue Montaigne, Grand Boulevards, La Fayatte, Rue de Rivoli, Les Halles, La Marais alışveriş tutkunlarının uzun saatler harcayacakları ve her bütçeye hitap eden mağzalarla dolu. Ufak bir tüyo, La Fayatte'in en üst katından Opera Garnier ve Paris manzarasını izleyebilirsiniz.
19. yüzyılda kentin genişletilmesi sırasında mezarlık bölgelerinin imara açılması nedeniyle yüzbinlerce kafatası Paris'in güneyindeki eski maden bölgesine aktarıldı. Nizami bir şekilde sıralanan bu kurukafalar da ortaya günümüzde bir müzeye dönüşen Catacombe'u çıkardı. Baştan uyaralım, görüntü biraz ürkütücü, ortam biraz havasız ve inmeniz gereken çok merdiven var. Pek çok insan bu nedenlerle Catacombe'u görmekten vazgeçtiği için siz onlardan biri olmayın.
Hayır, hiç de abartılı bir söz değil bu. Zira Louvre, hem halka açık ilk müze hem de en büyüklerinden biri. Koleksiyon açısından tek rakibi St. Petersburg'taki Hermitage. Louvre Müzesi 1. François tarafından 16. yüzyılda yapımına başlanmış eski bir kale. Hatta müzenin en alt katında kale kalıntılarını görmek mümkün. Zaman içinde Louvre sarayına çok sayıda ekleme yapılıp bugünkü görünümü kazandırıldı. Leonardo da Vinci'den, Rembrandt'a kadar dünyanın en önemli ressamların en önemli eserlerini ev sahipliği yapan Louvre'da Osmanlı dönemine ait eserler de sergilenmekte. Önünde uzun kuyrukların bulunduğu Mona Lisa tablosu önünde özçekim yaptıktan sonra karşısında bulunan Veronese'in görkemli Cana'da Düğün tablosuna da bakmayı ihmal etmeyin. Başta da belirttiğimiz gibi dünyanın en büyük koleksiyonuna sahip olan Louvre'da artık yer kalmayınca Seine'de hemen karşısında bulunan Orsay Garı da müzeye dönüştürülüp 19. ve 20. yüzyıl eserlerine ev sahipliği yapmaya başladı. Orsay'a da en azından yarım gün ayırmanız gerektiğini hatırlatalım. Zira Van Gogh, Manet, Monet, Courbet'ye ayıp etmiş olursunuz. Louvre'un yanındaki L'Orangerie'de sizi bekleyen o müthiş sürprizi merak duygunuzu kamçılamak adına da söylemeyeceğim!
Paris'in merkezi'nde dikkat çeken iki yüksek yapı bulunuyor. birisi 19. yüzyılda inşa edilen ve muhtemelen dünyanın en ünlü yapısı olan Eiffel diğeri de 20. yüzyıl yapısı olan Montparnasse kulesi. Eiffel'e vaktiyle çok karşı çıkan Parisliler artık bir şekilde onunla barışsa da Montparnasse ile bir türlü bağ kuramadılar. Altında sizi Londra'ya götürecek TGV tren garının bulunduğu Montparnasse'ın tepesinde tüm kenti kuş bakışı izleyebilirsiniz. Parisliler arasında dolaşan bir espriye göre Montparnasse'ı görmemenin tek yolu, onun tepesine çıkmak. O halde siz de buyurun en üst kata.
Champ de Mars, Eiffel'in hemen dibinde yer alan devasa bir bahçe. Günboyu hem Parisliler hem de turistler burada yiyeceklerini yiyip belki de görmenin hayalini kurdukları Eiffel'e bakıyor. Champ de Mars'ı genellikle Eiffel'den indikten sonra biraz soluklanmak ve Napoleon'un da mozolesinin bulunduğu askeri tarih müzesi Les Invalides'e gitmeden önceki mola durağı olarak kullanabilirsiniz. Tabii yol üzerinde antropoloji müzesi Branly'yi es geçmeyeceğinizin farkındayım. Zira Okyanusya'dan Afrika'ya kolay kolay görme imkanınızın bulunmadığı kültürlere ait eşyaların sergilendiği bu müze size en orijinal anıları hediye edecek.
Champs Elysee fotoğraflarının olmazsa olmazlarından biri olan Arc de Triomphe'un tepesine de çıkabileceğinizi biliyor muydunuz?Roosevelt metro istasyonun az ilerisindeki benzer bir alt geçitten ulaşabileceğiniz ve çıkması biraz meşakatli olan Zafer Takı'nın en üst katı size Eiffel'den La Defense'a, Sacre Coeur'dan Pantheon'a tüm kenti görebileceğiniz bir manzarayı vaat ediyor. Hatta burada İstanbul Üniversitesi öğrencileri ve mezunlarını da ufak bir sürpriz bekliyor.
Marie Antoinette'i hepimiz "ekmek yoksa pasta yesinler" sözüyle hatırlar. Bahsettiği pastanın aslında makarna olduğu ve dış dünyayla tamamen kopuk birinin esasen kibirden ziyade cehalet kaynaklı bu sözünün Fransız Devrimi neticesinde canına mal olduğunu tarih kitaplarından okuduk. İşte tüm bu olayların cereyan ettiği Versailles Sarayı'nın görmeye ne dersiniz? St. Lazare tren istasyonundan bineceğiniz trenle yaklaşık yarım saatlik bir yolculukla ulaşacağınız Versailles kasabasından da bir on dakikalık yürüyüşle bu devasa saraya ulaşmak mümkün. Güneş Kral Louis'nin maliye bakanının sarayını kıskanıp daha büyüğünde yaşama arzusuyla inşaatına başlanan bu eski avcı köşkü devasa bir yapıya dönüşür. Ana sarayın ve ona bağlı olan Trianon Saraylarına ulaşmak için katetmeniz gereken yapay göllü, simetrik bahçede ortalama bir saatlik bir yürüyüş sizi bekliyor. Buna değer mi? Hem de sonuna kadar. Özellikle de Avusturya kralının kızı olan Antoinette'in Kraliçe olarak Paris'e geldiğinde kendi özlemlerini ve hayal dünyasını yaşattığı yapay köyü görmeden Versailles'dan asla dönmeyin.Hazırlayan: İhsan Dindarhttp://instagram.com/ihsandinovski