19.04.2020 - 00:00 | Son Güncellenme:
Koronavirüs salgını nedeniyle spor müsabakalarına verilen arada Milliyet Ege Spor Müdürü Mehmet Demirtaş ve usta kalem Fatih Tanfer, tarihin tozlu sayfalarını sizler için karıştırmaya devam ediyor. “Geçmişten Günümüze Değerlerimiz Konuşuyor” köşesi ile Türk futboluna hizmet etmiş, İzmir sporuna adını altın harflerle yazdırmış isimlerim hikayelerini, siz sporseverlere sunuyor. Top tekniği bugün bile konuşulan, oynadığı futbolla sahaya hükmeden, takımın bir parçası olan ve aynı zamanda bireysel yetenekleriyle görsel şov sunan, bir döneme damgasını vurmuş Arif Kocabıyık, mercek altında. Sorularımızı samimiyetle cevaplayan Kocabıyık, spor yaşantısını, renkli hayatını ve geçmişteki anılarını anlattı. İşte Arif Kocabıyık sizlerle. Keyifli okumalar...
Sevgili Arif Kocabıyık, bize kendinizden bahseder misiniz?
1 Eylül 1958 yılında İzmir’de dünyaya geldim. İzmirspor altyapısında futbolculuk kariyerime adım attım. Burada her yaş kategorisinde formayı sırtıma geçirdim.
1976-78 senelerinde İzmirspor’da A Takım kadrosunda yer aldım. Ardından Rizespor maceram başladı. Oradan önce Fenerbahçe’ye ardından da Fatih Terim’in ısrarıyla Galatasaray’a transfer oldum. Yaşım 32-33 olmuştu. O zamanlar bu yaşa gelen futbolculara taraftarlar, “Yavaş yavaş bıraksa iyi olur” gözüyle bakıyordu. Ben de bırakmayı düşünüyordum. Daha sonra İzmir’e döndüm ve Göztepe ile anlaştım. Göztepe’de 1 yıl geçirdikten sonra Bursaspor’da da 1 sene futbol oynadım. Daha sonra o dönem Ankara Emniyet Müdürlüğü yapan Mehmet Ağar, beni Elazığspor’da görmek istediğini söyledi. Kendisi de Elazığlı olan Ağar, yönetimin ve kadronun çok iyi olduğunu ve benim de o takımda yer almam gerektiğini iletti. Ben de kabul ettim. Ancak ligde işler istediğimizin tam tersi gitti. Hal böyle olunca da bırakma zamanının geldiğini düşünerek kariyerime nokta koydum. İzmir Alsancak Stadı’nda Galatasaray’ın ve Göztepe’nin karşı karşıya geldiği müsabakada jübilemi yaptım. 10 dakika Galatasaray forması giydikten sonra Göztepe formasıyla maçı tamamladım. Futbolculuk hayatımın ardından antrenörlük kursu aldım. Ancak antrenörlüğü yapmayı istemedim. Şu anda da İzmir’de mütevazi bir şekilde hayatımı sürdürüyorum. Elbette ki fubola olan tutkum hala devam ediyor.
Futbolculuk kariyerimde çok güzel takımlarda forma giydim. Attığım her golün, oynadığım her maçın ayrı bir tadı var. Tabi bunların arasında milli takımımızı ayrı tutuyorum. Size, hep anlattığım bir hikayeyi paylaşmak istiyorum. Fenerbahçe’de oynarken birkaç arkadaş Tarabya’da bir mekana gidiyorduk. İsmi Dolce Vita’ydı. Oraya gazeteciler, muhabirler giremiyordu. Biz de arkadaşlarla bir şeyler içiyorduk. Sabah olduğu zaman antrenmana gittik. O dönemin teknik direktörü Branko Stankovic, biz kapıdan girerken yanımıza geldi ve ‘Dolce Vita’ dedi. Tabi biz de ‘Eyvah, yerimizi öğrendi’ diye üzülüyorduk. Selçuk Yula çıktı ve ‘O, tatlı hayat demek. Hayatı iyi yaşıyorsunuz gibi bir söz söyledi’ deyince rahatlamıştık. Fatih Terim mert, yiğit ve çok yardımsever diğer hocalardan farklı. Hâlâ çok kaliteli. Fenerbahçe’den Galatasaray’a geldiğim yıl Fatih Terim’in helikopterli jübilesini unutamam. Daha sonra Terim, Göztepe’de hocamız oldu. Onun ikinci antrenörlük deneyimi İzmir’de Göztepe’de oldu. Bir de Fenerbahçe’de oynarken Trabzonspor’u 4-2 yendiğimiz maç var. O maçtan bu yana Şenol Güneş benimle hala konuşmuyor. İlk 10 dakikada Trabzonspor’u perişan ettik. Şenol Güneş ile kedi fare oynar gibi oynadım. Bir oraya bir buraya atlıyordu. Yönetici Mesut Dizdar açıklama yapmış “Şenol Güneş stadın çimlerini yoldu. Kendisinden davacıyız” diye. Şenol Hoca da bu sözleri benim söylediğimi düşünerek bana küstü. Hâlâ karşılaştığımızda kafasını çevirir. Ben, onun 2002 Dünya Kupası’ndaki başarısı ile övünüyorum.
Şu an Türkiye’de futbol oynayan yabancıların kaliteyi yükselttiği düşüncesindeyim. Ancak Milli Takımımızda Türkiye’den yetişen oyuncular az sayıda. Milli Takımımızda gurbetçi oyuncular oynuyor. Öte yandan takımlarımızı izlerken sanki yabancı bir takımı takip ediyor gibiyiz. İstiklal Marşı’mızı yarım yamalak okuyoruz. Bu gururu elimizden aldılar. Ligimizin durumu iç açıcı değil. Kötü gidiyoruz. Yanlış transfer yaparak altından kalkması güç borçlar oluşturuyoruz. Koronavirüs, çoğu borç batağında olan kulüpleri bir nebze rahatlattı diyebilirim. Artık eskisi gibi maaşlar yüksek olamayacak. En önemlisi de altyapının önemini çok iyi kavrayacağız.
‘Kentin ismini taşıyan takıma sahip çıkılsın’
İzmirspor’un hali bizi çok üzüyor. Anlı, şanlı, başarılı geçmişe sahip bir takım. Bu durumda kesinlikle olmamalı. BAL’da mücadele eden diğer takımlar da benzer durumda. Ligin adı “Bölgesel Amatör Lig” ancak Bursa’dan 3 takım, İstanbul’dan 4 takım, Ankara’dan 2 takım var. Her takımın uçağa binme lüksleri olmayabiliyor. Otobüsle çok uzun yollara gidiliyor. Haliyle yorgunluk daha fazla oluyor. Peki bu takımlar nereye kadar dayanacaklar? Yok mu 4,5 milyon nüfusa sahip İzmir’de kentin adını taşıyan kulübe sahip çıkacak ortak akıl. İzmir’in tüm spor kulüpleri birleşse İzmirspor’u eski günlerine taşısa kötü mü olur?