Grup maçlarının tamamlanmasına 2 karşılama kala bir üst tura çıkmayı garantileyen ve bu kulvarda 3 galibiyet bir beraberlik ile Fenerbahçe’nin Avrupa’da yoluna devam etmesinin çok önemli bir başarı olduğunu öncelikle belirtmemiz gerekiyor.
Bu sezon sadece bir yenilgi, onu da uzatmaya giden bir karşılaşmanın son dakikasında aldığını da eklemek sanırım doğru bir hatırlatma olacaktır.
Malum, son yıllarda ülke futbolunun içine girdiği kriz ortadadır.
Daha birkaç hafta önce milli takım seviyesinde Faroe Adaları karşısında yaşadığımız hüsran; öyle, küçük büyük takım demeden Avrupa’da çok zor maç kazandığımız hesaba katılırsa Fenerbahçe’nin bu başarısı küçümsenecek bir sonuç değildir.
Tabii neye kadar gideceğini bilemeyiz hep beraber izleyeceğiz ancak takımın genel olarak havası hepimizi iyimser bir duygu ile sarıp, kuşatıyor.
Kuşkusuz takımın mücadele ettiği kulvarlarda ve maç içlerinde inişli çıkışlı dönemleri oluyor.
Dünkü karşılaşmada da kaleci Altay’ın yaptırdığı penaltı
Derbinin kağıt üzerindeki avantajlı tarafı kuşkusuz ev sahibi Beşiktaş’tı. Valerien İsmael ile ligi geçen sene istediği bir yerde tamamlayamamış olsa da hem bir alışma devresi geçirdi hem de Süper Ligi gördü, tecrübe kazandı. Takımın eksiklerine göre yeni dönem transferlerini şekillendirdi.
Hem Yönetim ile hem takım ile hem de taraftar ile iletişim kurdu.
Aynı şeyi Jesus için söylemek kolay değil; Fenerbahçe’yi sahada bire bir değil, videolarını izleyerek anlamaya, tanımaya çalıştı.
Eşit şartlar olsaydı Jesus bu sezona bambaşka bir bakış açısı ve planlaması ile başlayacağını tahmin ediyorum.
Bu çerçeveden bakarak ağırlıklı eşit ortalamaya göre derbinin daha iyi tarafının Fenerbahçe olduğunu söyleyebiliriz; ama bu Beşiktaş kötüydü anlamına gelmiyor tabii.
Jesus’un ne yapmaya çalıştığını kafamızda yeni yeni oturtuyorken işler rayında gittiği sürece hangi kadroyu tercih edeceğini önceden kestirmek mümkün olmasa da sahaya çıkan takımın nasıl oynayacağını az çok tahmin edebiliyoruz artık.
Hele orta
Avrupa’nın önemli 5 Ligi; İngiltere, Almanya, İspanya, İtalya ve Fransa’da genel olarak baktığımızda teknik adamların belirli bir kadro dizilişine sadık kaldıkları daha az rotasyon yaptıkları ve oyun planlarını belirli sayıdaki oyuncu ile sahaya yansıtmaya çalıştıklarını görürüz.
Rostasyon risklidir; her ne kadar Avrupa’nın belli başlı takımlarını “teknik direktör takımı” olarak tarif etmek mümkün olsa da bunlar dahil çoğunlukla yine oyuncular üzerinden planlanan oyunlarla oynanır.
Oyuncu değiştiğinde oyun planının genel anlamda aynı kaldığı sıklıkla görülen bir durum değildir veya çok uzun zamanda oturan bir olgudur.
En bilinen rotasyon uzmanı Guardiola’dır.
Maça göre kadro kurar ve Manchester City’nin sezon içindeki maç planlamasını da gözeterek hem oyuncuların üzerindeki yükü dağıtır hem de aynı oyun planını farklı oyuncularla oynamaya çalışır.
Başarılı da olur.
Ancak bu başarı kaç yılın ürünüdür?
Türkiye gibi teknik direktörün sözde önemli ancak genel ömrünün ortalama 10 maçla sınırlandığı ülkelerde istikrarlı bir yapının kurulması istisnai durumlar hariç mümkün değildir.
Fenerbahçe 20 Temmuz’da Avrupa Kupaları mücadelesi için başladığı sezonda 8 Ağustos’tan itibaren haftada 2 karşılaşma olmak üzere yoğun bir maç trafiğine girmişti.
Geçen hafta Eskişehir’de oynanan Konyaspor karşılaşmasındaki tutukluğun başlıca sebeplerinden biri bu olmalıydı.
Bu haftayı boş geçirmek aynı zamanda dinlenmek anlamına da geldi ve ortaya dün geceki Fenerbahçe çıktı.
Kuşkusuz takım kurgusunun tamamının mükemmel, kadro seçiminin isabetli yapılmış olduğunu söylemek bardağın dolu tarafına fazlasıyla odaklanmak anlamına gelir.
Fenerbahçe’nin orta alanında oynayan Crespo’yu zaten geçen sezondan biliyoruz; böyle bir futbolcuydu. Takıma sonradan katılmış, Galatasaray maçında attığı galibiyeti getiren golle bir anda yıldızı parlamış ve buradan aldığı momentumu sonuna kadar götürmüş, İsmail Kartal’ın Zajc ile birlikte en önemli kozu olmuştu.
Crespo gibi oynayan futbolcunuz varsa onu direkt olarak kadroya yazarsınız.
Jesus da aynı şekilde mi düşünüyor bunu Perşembe akşamı yapacağı takımı görünce anlayacağız. Normal şartlarda sakatlık olmasa Crespo’nun oynayıp oynamayacağını tartışmak tuhaf olurdu ama Fenerbahçe’nin teknik direktörü bu sezon her maça ayrı bir kadro
Sezonun boyu çok uzun ve mutlak surette dalgalanmalar olacaktır. Önemli olan takımların kendilerini başarıya götürecek ortalamayı yakalamalarıdır.
Peş peşe yazdığım yazıları okumuş olan okuyucum hatırlayacaktır bu “ortalama” konusu üzerine bir değerlendirme yapmıştım.
Soruyu tekrarlayalım; “yoğun maç temposu içinde istikrarlı bir oyun planı ve kurgusu bol rotasyonlu bir takım programı içinde mi yoksa omurgası oturmuş bir ekibin etrafında oluşturulur?”
Dünkü maçın genel görüntüsüne bakıldığında Fenerbahçe’nin öncelikle yorgun, sonrasında da isteksiz olduğunu sonucunu hemen çıkarabiliriz.
Bir de buna henüz 22. Dakikada 10 kişi kalmayı eklediğinizde üç temel referans nokta ile anlaşılır bir geometrik şekil çizmiş oluruz.
Valencia’nın kırmızı kart gördüğü pozisyonunu Arda Kardeşler gerçekten gördü mü?
Maçı izlerken emin olmak çok zordu.
Hani yıllar önce kulağına gelen bir “lan” bağırışını
Sahaya çıkacak ilk 11’ler açıklandığında “yine farklı oyuncu tercihleri olmuş, acaba dengesiz, uyumsuz bir oyun mu izleyeceğiz?” diye içimden geçirdiğimi girişte yapacağım bir itiraf olarak buraya not düşmek istiyorum.
Normal şartlar altında kadro ile oynamanın yaratacağı etki böyle bir sonuç olmalıdır çünkü.
Tabii bu “normal şartlar altında” olan bir şeydir; mesele Fenerbahçe ile ilgili olunca ‘ortamalama, standart, averaj’ konuları birbirinin içinde karışıyor.
20 Temmuz’dan bu yana 9. resmi karşılaşmasına çıktı.
Bu maçlarda 27 farklı oyuncu forma giyme şansı yakaladı.
Bazı seçimlerini eleştirdim mi? Kesinlikle!
Hâlâ “şu değil de bu oynasa” diye aklımdan geçmiyor, değil.
24 gol attı!
Fenerbahçe 20 Temmuz’dan bu yana her hafta bir resmi maça çıkıyor, Süper Lig başladıktan sonra bu 2 maça yükseldi.
Rakiplerinden çok önce sezonu açmakla kalmadı; diğer tarafta hem o çok eleştirdiğimiz her sene yeniden yapılanma sorunsalı ile uğraşıyor, hem bir oyun planı oturtmaya hem de takım olmaya çabalıyor.
Tüm bu saydığımız olgular ülkemizin futboluna yabancıdır bir arada götürmesi hiç kolay değildir.
Rakip Adana Demirspor üzerine koyarak ve belli bir plan çerçevesinde ilerliyor.
Daha ilk dakikadan itibaren gösterdi ki çok mücadele veren, bu şekilde tanımlamak yetmez, kavga eden, savaşan bir takım.
Fenerbahçe son yıllarda böyle takımlara karşı sahada dirençli kalmada sorunlar hatta kırılganlıklar yaşadı, lig yarışından koptu.
Başakşehir, Sivasspor, Konyaspor, Adana Demirspor... Bir çırpıda sayabileceğimiz takımlar.
Ancak dün geceki karşılaşmanın yine birinci dakikasından itibaren izledik; Fenerbahçe de en az rakibi kadar mücadele verecek, gerekirse kavga edecek, ayakta kalacak, sinirlerini de sağlam tutacak.
Adil oyun takım içinde adaletli kadro seçiminin ayrılmaz parçasıdır.
Forma dağıtımında bir gözü kapalı bir eli de terazinin kefesinde dengeleri değiştirecek şekilde ayar yapan teknik direktörün takımın iki yakasını bir araya getirmesi çok zor olur.
Her teknik adam takıma kendi imzasını atmak ister. Karizması yüksek kişilikler için bu egosal bir sorun haline de gelebilir. Sonuç aldığınız sürece kimse yaptıklarınızı eleştiremez; hatta yüksek anlamlar addedilecek bir idealizm olarak de değerlendirilebilir.
Ancak işler ters gittiğinde esas mesele başlar. Eski defterler açılır.
Fenerbahçe’nin son 4 senesinde o defterler her sezon başında tekrar açılmak üzere kapatıldı; ilerleyen haftalarda da maalesef sahneye çıkarıldı.
Geride kaldı; fakat buralardan öğrenilmiş dersler çıkarılmış olmalıdır.
İlk sezon yapılan hatanın ne kadar büyük olduğunu Başkan her fırsatta kendi özeleştirisi eşliğinde ifade etmiyor mu?
Peki beşinci sezona aynı hataları tekrar ederek giriyor olmanın ne anlamı var?