Şubat ayının başından itibaren yağmadı, yağar mı diye merak edip nedenlerini sorguladığımız karın nihayet yağmasıyla birlikte İstanbul günlerdir teyakkuzda... Kar tanelerinin düşmeye başladığı ilk andan itibaren de 1987 kışına dönük atıflar, benzetmeler pik yaptı. Aynısı gibi olacağını, hatta sollayacağını savunanlar dahi oldu... Ekranlardaki canlı bağlantılarda da İstanbul’un bazı noktalarından düşen karın miktarı, artan yüksekliği üzerinden buna dönük benzetmeleri an ve an izledik. Parmak, el boyu ölçüleri ya da ayağım dizime kadar batıyor gibi... Ağırlıkla da Arnavutköy, Başakşehir gibi 1987’de henüz olmayan ama bugün yoğun bir nüfusun yaşadığı ilçelerden. Ya da İsanbul’un bildik Çamlıca Tepesi veya Sarıyer’in yüksek kesimlerindeki yerleşim yerlerinden. İstanbul’un kıyı ilçeleri ile merkez konumundaki yerler ise kar yağışı açısından habercilerin pek rağbet ettiği yerler değildi. Trafik çilesi denildiğinde de yine daha çok 1987’de henüz yapım aşamasındaki Fatih Sultan Mehmet Köprüsü, TEM otoyolu ve bağlantı yolları ile yoğun kar yağışı alan yerlerdeki cadde sokaklar ön plandaydı... Böyle bakıldığında da kapsama alanı ve etki anlamında 1987’ye kıyasla kentin genelini aynı ölçüde etkileyen, felç eden bir durum olmadığı ortada...
***
Kaldı ki her iki kar yağışının gelişmesi anlamında da daha başından farklılık var. Şimdiki günler öncesinden öngörülen, konuşulan, uyarılan, hatta saat bile verilen bir durum 38 yıl öncekinde ise habersiz, hazırlıksız yakalanma söz konusu. Çünkü meteorolojik sistemler, veri tabanları günümüzdeki kadar gelişmiş değildi. Tahminlerde, uyarılarda hiç olmayan bir hadise gerçekleşmiş 8-9 derecelik sıcaklık beklenirken İstanbul 4 Mart 1987 sabahına karla uyanmıştı. Ve kar yağışı yoğun bir şekilde 10 gün boyunca sürmüştü. Düşen kar miktarı da bugünkünden çok daha fazlaydı. Kentin kıyı şeridi dahil tamamında da hayat durmuştu.
O günlerin İstanbul’u da başkaydı. Tüneller, metrobüs, metro falan yoktu. Toplu ulaşım aracı olarak banliyö treni ve şehir hatları gemileri ile, otobüs, minibüsler vardı. Anlık bilgilendirme, iletişim sağlayan bilgisayar, cep telefonları ise ancak hayal aşamasındaydı. Doğalgaz bile planlama dönemindeydi. 7 Milyonluk nüfusuyla kentte yaşanan hava koşulları, meteorolojik imkanlarda bugünkünden çok daha farklıydı. Bizde böyle bir İstanbul’da 1987 kışında yaşananlarla ilgili izlenimlerimizi Milliyet Gazetesi’nde şöyle aktarmıştık:
“İETT otobüsleri ile banliyö trenlerinin çalışmaması sonucu, sabah saatlerinde yüz binlerce İstanbullu, yollarda perişan oldu. Polis otoları, duraklarda bekleyen yolcuları taşıdı. Şehir Hatları İşletmesi seferleri yoğun kar yağışının görüş mesafesini azaltması üzerine iptal edildi. Sabah saat 08.00’den itibaren Boğaz, deniz trafiğine kapatıldı. Kentin iki yakasına ulaşım sadece Boğaziçi Köprüsü ile yapıldı ve köprüde büyük tıkanıklık meydana geldi. İlk ve orta dereceli okullar, tatil edildi. Özel otomobillerin Kartal ve Silivri’den ileriye gitmeleri yasaklandı, uzun kuyruklar oluştu. Haramidere’de 40 kişi kara saplanan araçların içinde mahsur kaldı, Çerkezköy’de kalan trenlerin yolcuları civardaki otellere yerleştirildi. Etiler ve Fatih semtlerinde telefonların çalışmaması sonucu İstanbul itfaiyesinin imdat telefonları kullanılamadı. İtfaiye bu süre içinde polis radyosundan da duyurulan başka telefonları kullandı. Kentin büyük bir bölümünde de elektrik ve su kesintileri meydana geldi.”
***
Yani dememiz o ki; 1987’den bu yana geçen onca zamanda Trakya ve Kocaeli ile birleşen İstanbul yeni ilçeler, semtler, gecekonduların yerine dikilen gökdelenler, yollar, köprü ve geçitlerle çok farklılaştı. Her yer İstanbul oldu… 20 milyona yaklaşan nüfusuyla da artık megakent diye anılıyor. Kar yağışı da daha çok 1987’de var olmayan ilçelerde görüldü, görülüyor ama kar esareti, paniği denildiğinde megakentin genelinde hissedilmesi anlamında 1987 benzerliği geçerli...