Önümüz-deki haftanın ekonomideki en önemli olayı 24 Temmuz’daki para politikası kurulu toplantısı. Aylık enflasyonun haziranda en kötümser beklentiden bile daha kötü çıkması ve Türk Lirası’nın değer kaybının sürmesi ile Merkez Bankası’nın nasıl bir adım atacağı ayrı bir önem kazandı. Daha da önemlisi bu toplantı yeni Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemindeki ilk PPK toplantısı olacak.
Merkez Bankası’nın geçen ayki güçlü faiz artırımından sonra yeni bir artışa gerek olmadığını düşünenler de var, en az bir puanlık artış öngörüsünde bulunanlar da. Özellikle yabancı banka raporlarına faiz artırım beklentisi girmeye başladı. Bu beklentilerin arkasında birkaç neden var.
- Enflasyonun hem tüketici, hem de üretici fiyatlarıyla yıl başında akla hayale gelmeyecek seviyelere yükselmesi.
- Enflasyondaki ana eğilimi gösteren çekirdek enflasyon göstergelerinin ulaştığı yüksek seviyeler.
- Enflasyon beklentilerinin hızla bozulması, TCMB anketlerinde beklentinin yıl sonu için yüzde 13.38’e yükselmesi.
- Kurlardan enflasyona geçişkenliğin yüksek olduğu bir ortamda TL’deki zayıflığın devam etmesi.
İşte bu gelişmeler Merkez Bankası’nı salı günkü toplantıda faiz artırmak zorunda bırakabilir. Ekonominin
İSO’nun İkinci 500 Büyük Sanayi Kuruluşu araştırmasına göre firmalar satış ve kârda çok iyi bir performans yakaladı ama finansman yükü de yüzde 40 arttı
2016 Türkiye ekonomisi için kötü bir yıldı. 2017 ise kötü başlamasına rağmen KGF gibi finansman destekleri ve geçici vergi indirimlerinin etkisiyle işletmeler için iyi bir yıl oldu. Rakamlar öyle söylüyor. İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO) yaptığı büyük sanayi kuruluşları araştırmaları çok değerli bilgiler içerir. İSO, mayısta, “Türkiye’nin 500 Büyük Sanayi Kuruluşu” araştırmasını açıklamıştı. Satış ve kâr rakamları sanayi kuruluşlarının son yılların en iyi performansını yakaladığını göstermişti. Bu hafta açıklanan ikinci 500 rakamları da benzer sonuçları ortaya koydu.
Kârda % 67 artış
Buna göre geçen yıl satışlar yüzde 31 ve kâr ise yüzde 67 artmış. İhracatta ise yüzde 17’lik bir artış var. Bu rakamlar şaşırtıcı değil. Yüzde 7.4 büyüyen bir ekonominin bilançoları da böyle olmalıydı. Ama mesele bundan sonra ne olacağında? Geçen yılın parlak rakamlarının arasında endişe yaratan bir veri de vardı. Firmaların faaliyet kârının yüzde 40’tan fazlası finansman giderlerine, yani borç faizine gitmiş. Bu yıl ise finansman yükü daha da
Bir ay önce “Finans devinden kupa tahmini” başlıklı yazıda önde gelen yatırım bankalarından Goldman Sachs’ın dünya kupasına ilişkin öngörülerinden bahsetmiştim. İşte o öngörülerin neredeyse hiçbiri tutmadı. Öngörü deyince öyle gelişigüzel yapılan tahminler aklınıza gelmesin. Hepsi en iyi okullardan mezun adamlar oturup, en gelişmiş bilgisayarlarda, en yeni tekniklerle bir model hazırlamışlar. Bu modele tüm takımların ve tüm oyuncuların özelliklerini yüklemişler. Model 2005 yılından bu yana yapılan tüm şampiyonları incelemiş; 200.000 farklı olasılık dikkate alınmış ve bir milyon farklı simülasyon yapılmış. Ve nihayetinde “Brezilya yüzde 18.5 olasılıkla dünya kupasını alır” sonucuna varılmış. Oysa Brezilya yarı finali bile göremedi. Üstelik Brezilya’nın 15 Temmuz’daki finali Almanya ile oynayacağını ve Almanları yenerek 6’ncı defa şampiyonluğa ulaşacağını öngörmüşler. Almanlar da çeyrek finalden ötesini göremediler. İngilizlerin çeyrek finalde Almanlara yenilerek eleneceği tahmini vardı, o da tutmadı. Tutmayan bir diğer tahmin Rusya’nın gruptan çıkamayacağıydı, oysa çıktı. Finale yükselen Hırvatistan ise olasılık sıralamasında yüzde 0.6 ile 20’nci sırada yer almış.
Büyük işlem hacmi
Ku
Önce birkaç soru-cevapla başlayalım. Oradan güncele, yani yeni hükümetin ekonomide önceliği ne olmalı konusuna bağlarız.
Soru: Almanya, Japonya, Çin, Singapur, Finlandiya ve Kore’nin ortak özellikleri nedir?
Cevap: Bu altı ülkenin altısı da İkinci Dünya Savaşı sonrası, özellikle 1955-1997 yılları arasında aralıksız uzun (arka arkaya en az 20-30 yıl) ve yüksek büyüme dönemi yakaladılar.
Soru: Bu yüksek büyüme performanslarının ortak bir noktası var mıydı?
Cevap: Hepsi de ihracata dayalı bir büyümeyle parlak oranları yakaladılar.
Soru: Büyümede en büyük pay hangi sektöründü?
Cevap: Bu ülkelerin tamamında imalat sanayiinin GSYH içindeki doğrudan payı yüzde 25’i aşıyordu. Elektronik, ulaştırma, tekstil ve mühendislik gibi dallar öne çıktı.
Soru: Bu ekonomilere sınıf atlatan özellikle bir alt sanayi var mıydı?
Başlıktaki sözler Hazine eski Müsteşar Yardımcısı Ferhat Emil’e aittir. “Bütçe yetim bir dokümandır çünkü sahip çıkanı yoktur” diyor Emil.
Enflasyon ya da cari işlemler dengesi açıklandığında piyasalarda ilgi yüksektir; aynen bu hafta enflasyon rakamları açıklandığında olduğu gibi ses getirir. Ama bütçe sonuçları açıklandığında aynı ilgiyi görmek zordur.
Vergi mükellefi olma bilinci zayıf olan bir ülkede şaşırtıcı bir durum değil bu. Mahfi Eğilmez’in dediği gibi, çoğumuz ne kadar vergi ödediğimizi bile bilmiyoruz.
Ama üzülmeyin sadece bize özgü bir sorun değil bu. Zekâsından en ufak kuşku duymadığımız Albert Einstein bile “Dünyada anlaması en zor şey, gelir vergisidir” demiş. Bu biraz da bütçenin karmaşık ve sıkıcı olmasından.
“Oysa” diyor Ferhat Emil “Bütçe çocuğunuzun eğitiminden sağlığınıza, güvenliğinizden refahınıza, geçmediğiniz köprü için ödediğiniz paradan ekmek alırken kesilen vergiye kadar hayatınızın her yanına dokunur.” Emil bütçe konusunda farkındalığı artırmak için 2012-2017 arasında Merkezi Yönetim Bütçesi’ndeki eğilimleri incelemiş. Hazırladığı raporu dün TÜSİAD’daki tanıtım toplantısında bizlerle paylaştı. Çarpıcı sonuçlar var:
- 2012-2017’yi mali disiplin açısından
Bu hafta açıklanan rakamlar enflasyonun acil çözüm bekleyen en önemli ekonomik sorun olduğunu gösteriyor. Aslında haziranlar genelde enflasyonun artmayıp gerilediği aylardır. Son 10 yılın 6’sında haziran enflasyonu eksi çıkmış. Yani fiyatlar bir önceki aya göre düşmüş. Mesela 2017 Haziran’ında enflasyon yüzde 0.27 azalmıştı. Son 10 yılın ortalaması ise eksi yüzde 0.24’tü. Oysa bu yılın haziran ayında yüzde 2.61 ile en kötümser tahminin bile 1 puan üzerinde bir aylık artış gördük. Enflasyon daha inatçı ve yapışkan bir hal almaya başladı.
- Enflasyon sepetinde yüzde 23 ağırlığı olan gıda fiyatları aylık bazda yüzde 5.98 arttı. Daha alt kaleme inersek, işlenmemiş gıda fiyatları bir ayda yüzde 10.78 yükseldi. Daha da detayına inersek, taze meyve ve sebze fiyatları bir ayda yüzde 17.51 yükseldi. Sürpriz mi? Değil. Ay boyunca soğanı, patatesi, domatesi, limonu ve biberi konuştuktan sonra bu rakamlara şaşırmamak lazım. Yıllık yüzde 18.89’a ulaşan gıda enflasyonu özellikle düşük gelir gruplarını zorlayacak bir düzeydir.
- Ama sorun sadece gıda değil. TL’nin değer kaybının enflasyon üzerindeki etkisi devam ediyor. Mesela dayanıklı tüketim mal fiyatları bir ayda yüzde 3.20 artmış. Yıllık
Geçen hafta soğanı konuşmuştuk; bu hafta sıra domateste. Antalya halinde bile fiyatı 3 liraya çıkmış. Marketlerde ise 10 liraya kadar gidiyor. Domates bir soğan değil. Soğan binlerce yıldır bu coğrafyada yenilir ama domatesin topu topu 200 yıllık bir geçmişi var ülkemizde. Atalarımız ne domatesi bilirdi ne de salçayı. Mesela cihan padişahı Kanuni Sultan Süleyman domatesin tadını hiç bilemedi. Domatesteki A, B ve C vitaminlerinden, içindeki flavonoidlerden, potasyum ve demir minerallerinden ve en önemlisi birçok hastalığa iyi geldiğine inanılan likopenden faydalanamadı.
Domatesin hikâyesi ilginçtir. Meyve midir sebze mi? Sağlığa yararlı mıdır zararlı mı? Bunlar bile yıllarca tartışıldı. Domates de patates ve patlıcan gibi Amerika kıtasında yetişen, Avrupa’ya ise Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfinden sonra getirilen bitkilerden. Bırakın Kanuni’yi, 1550’lilere kadar Avrupalılar da domatesin tadını bilmediler. Domates 1500’lerde Avrupa’ya geldi ama acı yapraklı bu garip nesneyi bir şeye benzetemediler. Süs bitkisi muamelesi yaptılar.
İtalyanlar başlattı
Domatesi mutfağa ilk sokan İtalyanlar oldu. 1800’lü yıllarda İtalyan mutfağının vazgeçilmezi olmaya başladığında İngilizler domatesi
1800’lerin ilk yarısında yaşayan Fransız politikacı ve iktisatçısı Frederic Bastiat, zamanın Fransız meclisine bir dilekçeyle başvurur. Dilekçesinde mum ve kandil üreticilerinin satışlarındaki daralma yüzünden zarara uğradıklarını söyleyerek, “Lütfen güneşin neden olduğu haksız rekabeti önleyin” der. Talep ettiği şey herkesin perdelerini sıkıca kapatması ve evlerine güneş ışığının girmesine izin vermemesinin sağlanmasıydı. Böylece mum ve kandil üreticileri “güneş ışığının yol açtığı haksız rekabet”ten korunacak ve maddi zarara uğramaları engellenecekti. Dilekçesi o kadar ünlü oldu ki modern zaman ekonomistleri korumacılığa karşı serbest ticareti savunurken hep “Mumcular Dilekçesi” örneğini verdiler. Bastiat amansız bir korumacılık düşmanıydı. “Eğer mallar sınırları aşamazsa, ordular aşar” sözü onundur. Dün gazetelerdeki Trump başlıklarını görünce Bastiat’nın ünlü dilekçesi aklıma geldi. Fransa’da meclis üyeliği de yapan Bastiat bu dilekçesiyle dalgasını geçiyordu. Dalga geçtiği şey korumacılıktı. Ama Trump çok ciddi.
ABD’nin Çin’e ve Avrupa’ya karşı başlattığı ticaret savaşı korkulduğu gibi genişleyerek yayılıyor. Durum çok ciddi; sorun büyük ve bizi de tehdit ediyor. Dünya