Jorge Jesus, son maçta Kadıköy’de ıslıklanan Arao ve İrfan Can’lı on birle maça başlayarak acaba o protestoyu yapan taraftarlara bir mesaj mı vermek istedi? Sanırım Jorge Jesus inadı ve yanlışlarında ısrar etmeyi seviyor. Bu yüksek egonun kimseye bir yararı yok.
- Jesus’un ilk lig maçlarında Fenerbahçe yıllardır süren “yan pas-geri pas” illetinden kurtulmuştu. Son maçlara bakıyorum; bu “yan pas- geri pas” illeti, Fenerbahçe’yi yeniden sarmış sarmalamış gibi...
- Valencia çok önemli iki pozisyonda kayıp düştü ve avantajını kaybetti. Kaleci Altay yediği golde, topu karşıladıktan sonra ayağı kaydığı için çeldiği o topa ikinci hamleyi yapamadı. Yağış var, zemin ıslak, maça çıkarken ona göre krampon giyilmez mi?
- Karagümrük golünde Ozdoev, Altay’dan dönen topa yetişip ağlara gönderirken, aynı topa Fenerbahçe savunma adamları yetişip uzaklaştıramaz mıydı? Bu hamleyi yapmak yerine pozisyonu izlediler.
- Hava yağışlı... Şutun büyük avantaj olduğu bir zeminde
Şenol Hoca başlangıçta yapacağını, maçın ikinci yarısının başında yaptı. Redmond’un oyuna girmesi ile birlikte, ilk yarının silik Beşiktaş’ı gitti, ikinci yarıda bir eksikle tarih yazan bir Beşiktaş ortaya çıktı. Hem de ne tarih... Bir eksikle yazılmış şanlı bir tarih, onurlu, unutulmaz bir tarih...
Elbette golcülerin farkı... Valencia biri penaltı iki mutlak fırsatı kaçırdı, Cenk Tosun, takımı bir eksik oynarken iki pozisyon buldu, ikisini de gol yaptı.
Elbette hoca farkı... Şenol Hoca hatasını anladı, ikinci yarıya Redmond’lu başladı. Bir anda oyun, Beşiktaş ve sonuç değişti. Dünya markası Jesus, ağırlıktan ayağı-bacağı kalkmayan ve adeta “malulen emekli” olan Joao Pedro ile başladı ve devam etti. Pedro‘yu bir yerli hoca oynatsa ve bu kadar oyunda tutsa bugün “diplomanı yırt” diye yorumlar yapılırdı.
Hakem Halil Umut Meler’e de gelelim. Maç öncesi, “Kim yönetsin?” dense ezici bir çoğunluk Halil Umut Meler derdi. Ama kötü maç yönetti. Verdiği ilk penaltıda Onur‘un sağ ayağının, Arda‘nın sol ayağı ile bir teması
Stefan Kuntz’un Hırvatistan maçı sonrası “akademi yok, alt yapı yok“ diye ağlamaları elbette başarısızlığını örtbas etmez ama söyledikleri son derece doğru…
- Süper Lig’den sadece üç oyuncu milli takımın ilk onbirinde yer buluyorsa, zaten sıkıntı kendini açıkça belli ediyor… Yetiştiremiyoruz, yetişenleri yarışa katamıyoruz…
- Milli takım altyapısına gelen hocalara bakın… Hangileri kariyerleri, liyakatları, hangileri ahbap-çavuş ilişkileri ile geldi…
- Kulüplerin alt yapısında çalışan hocaların ehliyeti, kariyeri, bilgisi, bilimi nedir… Bu işi bildikleri için mi, hatır için mi görev başındalar…
- Kulüplerin isteği ile rezerv lig kurduk, kulüplerin isteği ile üç hafta sonra kaldırdık… Niye?
- TFF ve kulüpler alt yapılarda hangi bilimsel çalışmayı yapıyorlar…
- TFF’nin bugüne kadar futbolun gelişimi adına yaptığı bir çalıştay gördünüz mü?
Ermenistan gibi dünya futbolunda “Bamyadan mermi“ olmaktan öteye gidemeyen bir rakip karşısındaki “sıkıntılı“ futboldan sonra, Hırvatistan gibi güçlü bir rakip önündeki “parıltılı“ başlangıç, bizi erken bir iyimserliğe sürükledi…
Hele önce Cengiz‘in, sonra Kerem‘in gole çok yakın vuruşları “ahtapot kollu“ kaleci Luvakoviç’le engellenmese, Kerem‘in golü kılpayı ofsayta kurban gitmese, belki de son yılların “rüya“ gibi bir başlangıcına imza atacaktık…
Beceremedik desem, Cengiz‘in, Kerem‘in vuruşlarına haksızlık etmiş olurum… Ama ortada bir gerçek var… Uluslararası maçlarda asla değiştirmediğimiz bir alışkanlığımız oldu… Bastırıyoruz, yakalıyoruz, atamıyoruz… Rakip ilk defa geliyor, topu ağlarımızdan çıkartıyoruz… Böyle bir huy edindikten sonra nasıl maç kazanırız…
İlk 20 dakikada Hırvatistan ceza alanımıza girmedi… Aynı sürede biz 3 fırsatı kullanamadık, bir golde ofsayta yakalandık… Hırvat takımı ilk
Ermenistan küçük balık, yakalamak kolay... Rahat “ham” yaparsın. Ama Hırvatistan öyle değil; dikkat edelim, kılçığı boğazımıza takılmasın. Onun için yarın Hırvatistan önünde, yüksek performanslı, kalitemizi ortaya koyan bir futbol oynamak zorundayız.
Ermenistan, futbol dünyasının “küçük balığı”... Oltaya kolay takarsın.. Rahat “ham” yaparsın. Ama Hırvatistan öyle değil... Futbol dünyasının büyük balıklarından biri... Oltaya, ağa kolay takılmaz, kolay “ham” yapılmaz, kılçığı boğazınıza takılır.
Ermenistan’ı “çok kötü” bir oyunla yenebilirsiniz. Hırvatistan’ı sıradan bir futbolla asla mağlup edemezsiniz. Onun için yarın Hırvatistan önünde, yüksek performanslı, kalitemizi ortaya koyan bir futbol oynamak zorundayız.
- Orta sahada daha sert, rakibi daha iyi karşılayan, daha markajlı bir mücadele ortaya koymalıyız.
- Kenarları iyi kapatmalı, rakibin fazlaca orta yapmasına engel olmalıyız.
- Göbekte hava toplarını rakibe fırsat vermeden karşılamalıyız.
- Hücumda fırsat
Fenerbahçe‘nin karşısında 20 takımlı İspanya liginde 16.sırada bulunan ve sıkıntılı günler yaşayan Sevilla değil, Avrupa kupalarını en fazla kazanan takım olan Sevilla vardı…
Fenerbahçe; Avrupa kupalarını kazanmayı alışkanlık haline getirmiş olan rakibi karşısında, özellikle ilk yarıda Süper Lig‘de bulamayacağı kadar pozisyon buldu, atamadı…
Valencia kaçırdı, Ferdi iyi vuramadı, Valencia bir daha kaçırdı… Hele Joshua King’in girdiği pozisyonlar… Karşı karşıya kaldığı pozisyonda kaleci Dimitrovic‘e bacak arası yapmak istedi olmadı, sonra Ferdi‘nin adrese teslim pasını nasıl üstten dışarı vurdu, inanılacak gibi değil…
İlk yarı bittiğinde düşündüm; bu pozisyonların yarısına Sevilla girse ne olurdu acaba? Gözlerimi kapattım, bu düşünceyi hemen, hızlıca kafamdan attım…
Jesus‘un hakkını teslim edelim… Macera aramayan, rakibe göre dizayn edilmiş bir onbirle sahaya çıktı… Göbekte üç stoper Serdar Aziz, Samet ve Szalai ile iyi bir duvar ördü… Yetinmedi; sola çektiği
Türkiye gibi, maçın da keyfi kaçıktı. Sonuç ne kadar farklı olursa olsun, büyük felaketin dağılamayan, azalamayan kabusu, tribünlerden sahanın içine kadar çökmüştü. Valencia’nın olağanüstü ikinci golü bile tribünleri çok da ayağa kaldıramadı, coşturamadı. Ruh halimizi; futbolu özlememize rağmen bir türlü ayağa kaldıramadık. Tribünlerdeki seyirci ancak maçın son bölümlerinde maça dönebildi.
Maçta en fazla ilgimi çeken, hakem Halil Umut Meler oldu. Süper Lig’de bugüne kadar bu kadar çabuk, bu kadar rahat çıkan kartları ilk kez gördüm. Meler ilk 20 dakikada 4 defa sarı kartını, bir kez de kırmızı kartını kullandı. Açıkçası, şimdiye kadar rastlanmayan “sıradışı” bir uygulamaydı bu… Fenerbahçe rahat başladı, rahat ve tek kale oynadı. İlk yarı 2-0 bitmesine rağmen, biri penaltıdan bu iki golün dışında “yarım” pozisyon bile üretemedi. Bu yarıda futbol adına tek güzellik, Valencia’nın “fantastik” ikinci
- Yaptıkları çürük binaların altında binlerce masum insanın can vermesine neden olan “vicdansız” müteahhitler teker teker tutuklanıyor. Ohh, iyi oluyor. Ama yetmez... Gerçek suçlular bu çürük yapılara, “sağlam” raporu veren yapı denetim şirketleri... Onlardan neden tek tutuklama bile yok. Yıllardır bilinir; müteahhit ile yapı denetim şirketleri artık “Ahbap-Çavuş” oldular. Aralarında ciddi bir organik bağ var. Adeta birbirlerinin ceplerini ısıtırken, çürük enkaz altında kalanlar soğuktan donarak ölüyor. Bu binalara “sağlam” raporu veren yapı denetim şirketlerinden mutlaka hesap sorulmalı… Bundan sonrası için bu denetim, “rüşvetle-hatırla-yakınlıkla-yandaşlıkla” önü kesilemeyecek ölçüde ciddi esaslara bağlanmalı ve denetim şirketinin de çok sıkı biçimde denetimi yapılmalı.
- Devlet artık bu GSM şirketlerine çok ciddi ayar çekmek ve dayatma yapmak zorunda… “Cicim günlerinde” allı-pullu reklamlar yapacaksın, afet dönemi