Son 48 saat içinde olanlar, ABD’nin İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesinin yol açtığı ciddi krizdeki tırmanmanın şimdilik durdurulduğunu, ancak bu tehlikeli duruma neden olan temel anlaşmazlıkların ve gerginliklerin devam etmekte olduğunu ortaya koyuyor.
Geçen cuma günü Bağdat’ta gerçekleşen bu suikasttan sonra, İran’ın hareketsiz kalmayacağı, buna sert bir şekilde karşılık vereceği tahmin ediliyordu. Gen. Süleymani’nin cenaze töreninde yüz binlerce İranlının intikam çığlıkları atması, dini lider Ayetullah Hamaney’in ABD’ye karşı şiddetli tehditleri bu konudaki endişeleri artırıyordu.
Tahran yönetimi beklenen misillemesini gerçekleştirmek için fazla zaman kaybetmeden, cenaze kalkar kalkmaz, harekete geçti ve suikastın yapıldığı Irak topraklarında iki Amerikan askeri üssünü balistik füzelerle vurdu.
İran böylece halkın istediği gibi Süleymani’nin intikamını almış ve aynı zamanda ABD’ye gücünü ve kararlılığını göstermiş oldu.
“İtidalli” karşılık
Aslında İran’ın bu askeri eylemi, beklendiği veya korkulduğu kadar şiddetli olmadı. Gözlemcilerin deyimiyle bu, “itidalli” bir misilleme oldu: Esas amacın büyük zayiata, yıkıma yol açmak değil, daha çok karşı tarafa ceza ve etkin bir mesaj vermekmiş gibi hareket etti.
Türkiye dahil birçok ülkenin “itidal” çağrıları yaptığı bir ortamda İran’ın bu davranış şekli akıllıca olmuştur. Anlaşılan, Tahran füze saldırısının hedeflerini ve zamanını Irak hükümetine önceden haber vermiş, o da bu bilgiyi ABD’ye aktararak sözü geçen iki üste gereken tedbirlerin alınmasını sağlamıştır. Üslerdeki Amerikan personeli arasında can kaybı olmamasının sırrı da bu olsa gerek.
Böylece ABD’nin de İran’a karşı daha ağır bir misillemede bulunmasının ve tehlikeli bir tırmanmanın önü de geçilmiş oldu.
Nitekim Başkan Trump İran’ın füze saldırısına karşılık vermek ihtiyacını duymamış, yaptığı konuşmada ise bir yandan ABD’nin savaş istemediğini söylerken, diğer yandan ekonomik yaptırımların daha da ağırlaştırılması yoluyla Tahran rejimini baskı altında tutmak istediğini göstermiştir.
Her şeye rağmen, gelinen noktada İran ile ABD arasında bütün bölgeyi tehdit eden bir sıcak çatışma olasılığı en azından şimdilik zayıflamış görünüyor.
Değişen ne?
Ne var ki bu fırtınanın atlatılmış olması krizin sona ermekte olduğu anlamına gelmiyor.
Gerek Tahran’ın gerekse Washington’un en temel meselelerde duruşlarında bir değişiklik yok. Hamaney’in ve Trump’ın son konuşmaları da bunu açıkça gösteriyor.
İran için meselenin temelinde, ABD’nin Ortadoğu’da hakimiyetini sürdürme ve bölgedeki siyasi düzeni kendine göre şekillendirme isteği yatıyor. Hamaney bu nedenle Amerikalıların Irak’taki ve bölgedeki üslerini kapatıp buraları terk etmesini şart koşuyor. Ve bu gerçekleşinceye kadar, mücadelesini yani çeşitli şekillerdeki eylemlerini sürdüreceğini açıkça söylüyor.
ABD ise tam aksine, meselenin temelindeki esas faktörün İran’ın yayılmacı politikası ve Şiilik yoluyla bölgeye hâkim olmak arzusu olduğunu öne sürüyor. Trump yönetimi yaptırımlar başta olmak üzere çeşitli şekilde üstün güç ve baskı politikasını sürdürmeye kararlı. Ve bu arada üslerini kapayıp bölgeyi terk etmek gibi bir niyeti de yok.
Washington ile Tahran arasındaki uyuşmazlığın ve zaman zaman korkutucu raddeye ulaşan gerginliklerin sebebi budur. Açıkçası bu çıkar çelişkisi devam ettikçe, şu veya bu şekilde krizler çıkacaktır...