Dünkü yazıda, önemsediğimi söylediğim, CHP’nin Kürt meselesine ilişkin attığı ileri adım konusuna geri dönmek istiyorum. Kılıçdaroğlu’nun Avrupa Birliği’nin bence, ‘Özerklik Şartı’ çerçevesinde önerdiği, Kürt meselesi’nin çözümü açısından önemli bir ‘başlangıç’ olabilir.
‘Başlangıç’ dedim diye, ‘böyle başlarsa nereye gider?’ diye, hemen korkmayın! Gidilecek ‘her yer’, sıcak bir çatışma ve didişme ortamından, ihtimalinden iyidir. O nedenle, önümüzdeki dönemi, en iyi ihtimalle, bir ‘başlangıçlar dönemi’ olarak değerlendirebiliriz. Çözüme giden yolda, ‘başlangıç’lardan söz ediyorum. Öcalan ile masa başı pazarlığa aklı yatanların, AB çerçevesinde bir adımı savsaklamaları anlaşılır bir şey değildir. Dahası, toplumu, siyasal hareketi muhatap alan bir tartışma, müzakere sürecini başlangıç olarak görmeyi reddetmek, demokratik siyaset çerçevesinde açıklanabilecek bir durum değildir. Bu olsa olsa, işi hafife almak, dolandırmak ve nihayet bir hareketin lideri ile, hareketi tasfiye etmesi konusunda mutabakata varmak yönünde umut beslemek ile açıklanabilir ki, görebildiğimiz kadarıyla, bu umudun hiçbir şekilde karşılığı yoktur.
‘Başlangıç’tan söz ederken, seçim sonrasına ilişin somut başlangıç adımlarının ilki, Meclis’in tatile girmek yerine, hızla Anayasa çalışmalarını gündeme getirmesi olmalıdır. Aksi takdirde, seçim sonucu ne olursa olsun, ‘erteleme-oyalama’ stratejisi öne çıkacak veya durum böyle algılanmaya devam edecek demektir.
Neden tartışılmıyor?
Sadece BDP veya Kürt siyasal hareketi değil, çok geniş tabanda ‘yeni Anayasa’ talebi ve iktidarın bu yönde vaadi ortada olmasına rağmen, seçim sürecinde yeni Anayasa konusu, maalesef tartışma konusu olmadı. Bu durum bile, başlı başına, bu ülkede demokrasiden ne anlaşıldığını en iyi şekilde ortaya koymaya yetiyor.
Belli ki, genel parlamento seçiminde, ‘temsilci’lerini seçecek olanların, temsilcilerinin nasıl bir Anayasa vaat ettiği konusunda fikir sahibi olması, önemsenmiyor. İktidar partisinin vaat ettiği yeni Anayasa’yı sır gibi saklaması yeterince yadırganmadığı gibi, seçim sürecinde sergilediği popülist çatışmacı tavır ‘seçim stratejisi’ olarak izah edilebiliyor. İktidarın bu strateji ile alacağı oylarla olacağı, iktidarın ‘sivil’ ve ‘demokratik’ bir Anayasa hamlesi yapabileceği ve Kürt meselesine çözüm için adım atabileceği düşünülebiliyor.
Bu şu demektir; ‘ahali demokratik adımlardan anlamaz, zaten anlaması da gerekmez, onları öfkeleri ve korkuları ile harekete geçirip oylarını alalım, sonra icabına bakarız!’. Böyle bir ‘demokrasi’ anlayışı olur mu? Dahası, bu çok tehlikeli bir oyun değil mi? Seçim meydanlarında ‘terörist’ dediğiniz veya demeye getirdiğiniz BDP ile nasıl bir çözüm diyaloğu kuracaksınız?
İktidar bu sorunlu tavrı gösterirken, ana muhalefet partisi, bu konuda son derece sorumlu davrandığı için bir de fazladan suçlanıyor. Bu sorumlu tavra BDP’nin olumlu karşılık vermesi ‘BDP-CHP çetesi’ olarak tanımlanıyor. Bu kafayla, demokratikleşmek ve Kürt meselesini çözmek mümkün mü?
İktidar partisinin, çözüm için ‘başlangıç’ adımlarını atmaya hiç niyeti olmadığı belli oluyor, ama bunu mazur görmek mümkün değil. O nedenle, iktidar partisinin, öncelikle ana muhalefet partisinin attığı adıma dair ciddi bir görüş bildirmesi gerekiyor. Daha sonra da, tekrar iktidar olacağı beklendiğine göre, Meclis’i açık tutup, yeni Anayasa sürecini başlatmaya niyetli olup olmadığını ilan etmesi gerekiyor. Gidilecek yol zaten çok uzun ve tüm siyasal aktörlerin sürece dahil olması gerekiyor. En başta iktidar partisinin, gidilecek yolun başlangıcında daha net tavır takınmasını beklemek her demokrat vatandaşın en doğal hakkı ve talebi olmalı.