Dünkü yazımı yazdığım saatlerde Başbakan henüz Diyarbakır mitingini yapmamıştı. Başka bir beklentisi olan var mıydı bilemiyorum ama ben bugüne kadar söyledikleri dışında bir şey söylemesini beklemiyordum. Öyle de oldu.
Başbakan, yine beklendiği gibi, Diyarbakır’da kendi standartlarına göre daha ‘yumuşak’ bir dil kullandı. Ancak, Başbakan’ın seçim sürecinde Kürt meselesi konusunda gerilimli dil çıtası o denli yüksekti ki, ne kadar yumuşarsa yumuşasın, ‘terörist’, eşkıya gibi tabirlerden vazgeçemiyor. Son olarak, bunlara ‘sivil faşist’i de ekledi. Son zamanlarda, BDP çizgisine karşı dolaşıma giren, ‘Zerdüştlük’, ‘din düşmanları’ vurgusu da eklenince, iktidar çevresinin giderek daha fazla savrulduğu ve böylece küllerinden yeniden doğan ‘Türk-İslam’ sentezi çerçevesi tekrarlanmış oldu.
Diğer taraftan, beni en çok kaygılandıran, gerek Başbakan gerek tüm iktidar çevresinin söylediklerine gerçekten inanıyor olmaları. ‘Bunun neresi kötü?’ diyeceksiniz. Şurası kötü; BDP’nin içinden geldiği siyasi geleneği ‘terörist’, ‘Zerdüşt’, ‘eşkıya’, ‘din düşmanı’ diye yaftalayarak bölgede toplumun kazanılacağını sanmak tam bir yanılgı. Sadece Başbakan ve iktidar partisinin bölge dışındaki çevresi değil, bölge dışında tüm Türkiye kamuoyu da, bu söyleme akıl yatırıyor ama gerçeğin bu olmadığını bölgeyi tanıyan herkes biliyor. Bu konuda, AKP’li Kürt milletvekillerinin bu algı uçurumunu ‘kasabanın sırrı’ gibi saklamalarını anlamak mümkün değil.
Kuşkucu olmakta fayda var
BDP’nin temsil ettiği, Kürt siyasal hareketi tüm Kürtleri temsil etmiyor olabilir ama çok ciddi bir kesimi temsil ediyor, çok ciddi bir toplumsal tabanı var. Dahası, bölgede BDP çizgisinde olmayanların büyük bir çoğunluğu da, Kürt meselesi konusunda, Türkiye’nin geri kalan kesiminden çok farklı düşünüyor. Tüm bunları görmezden gelerek gidilecek yol, kazanılacak seçim yok!
Başbakan’ın sürekli tekrarladığı ve aslında yine Türkiye’nin geri kalan kesiminin aklına yatan, ‘BDP’nin baskı ve tehdit ile oy aldığı’ iddiası konusunda, biraz olsun kuşkucu olmakta fayda yok mu? Aslında, bağımsız adaylar ile seçime girmek, fazlasıyla ‘engebeli bir koşu’. İnsanlar, bu engelleri aşmak için muazzam çaba gösteriyor, oyları geçersiz sayılmasın, bağımsızlar arasında dengeli bölünsün diye titizleniyor, bin bir hesap yapıyor. ‘Baskı ile, tehdit ile oy veren adam bu çabayı gösterir mi?’, ‘Hele şehirlerde baskı tehdit işler mi?’, ‘İşlerse AKP bölgeden nasıl oy alıyor?’ diye düşünmeye değmez mi?
İnkârcı siyaset Türkleri de yanıltıyor
Kürt meselesi konusunda bazı önemli gerçekleri görmezden gelmek, görmemek/göstermemek sadece Kürtlerin siyasi temsiline karşı bir haksızlık değil, belki daha fazla oranda Türkiye kamuoyuna karşı haksızlık. Bölgede neler olup bittiğini hakkıyla izlememizin önünde türlü engel var. Oysa hepimiz bu ülkede yaşıyoruz ve geleceğimizi ilgilendiren her konuda hakkıyla bilgilendirilmemiz gerekiyor. İnkârcı siyasetler, sadece Kürtleri baskılamıyor, aynı zamanda ‘Türkleri’ de yanıltıyor. Aynı ülkede yaşayan insanlar arasında giderek derinleşen algı/duygu kopuşu bu çerçevede gelişiyor.
Aysel Tuğluk’un, ‘cennet yaşarsak birlikte yaşayacağız, cehennem yaşarsak birlikte yaşayacağız’ ifadesi ‘tehdit’ diye takdim ve itham edildi. Oysa, işin gerçeği bu, cehennem yaşamamak için, cennet yaşamak için hepimize çok ciddi sorumluluklar düşüyor. Ateşten top elimize geldikçe karşıya atmaya çalışmanın faydası yok.