Melih Aşık

Melih Aşık

m.asik@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen ay yurt sathında 35 kadın öldürülmüş...

Bu cinayetler sık sık “Erkek cinayeti” diye adlandırılıyor. Kimi zaman uyuşturucuya kimi zaman psikolojik sorunlara bağlanıyor.

Erkekler geçmişte de vardı. Diğer

ülkelerde de var. Ama başka ülkelerde böylesi cinayetler yok.

Bunlara erkek cinayeti deyip geçmek

sorunu çözmüyor.

Sadece uyuşturucuya bağlamak da mümkün değil...

Bu cinayetlerin temelinde pek çok farklı sebep var...

Mesela:

- Gelecek endişesi

- Yaşama sevincinin tükenmesi

- Erkeğin bir kadınla yuva kurma ihtimalini öngöremiyor oluşu

Haberin Devamı

- Umutsuzluk

- Her cepte bir silah bulunur olması

- Eğitimsizlik

- Sevgisizlik

- Kadına saygıyı içermeyen erkek egemen kültür.

- Toplumsal terbiyenin yok olması

- Siyasi, ekonomik ve sosyal iklim...

Tüm bu unsurlarla beslenen günlük yaşam insanlarda yalnızlık, çaresizlik ve ardından bir cinnet hali yaratıyor. Kimisi içine kapanıyor, kimisi canına kıyıyor, kimi işi şiddete döküyor...

Şiddete zemin hazırlayan unsurları gözden kaçırmamak gerekiyor. 

Son günlerde İstanbul’da iki genç kızın canına kıyan ve kendini surlardan aşağı atan bir cani konuşuluyor. Ruh hastasıymış. Beş ayrı hastanede görülmüş. Neden hâlâ dışarıda diye soruluyor. Sebebi belli; çünkü psikiyatri servislerinin yükü ağır. Ve hastalar genellikle ilaç verilip salınıyor. Öyle Freud’cu yöntemlerle uzun süreli psikolojik tedaviler geçmişte kaldı. Hapla tedavi de maalesef kalıcı sonuç vermiyor.

TÜRKÇE

26 Eylül dil bayramını geride bırakırken kimi anılar...

Atatürk’ün Avrupa’ya öğrenime gönderdiği ilk gençler arasında yer alan Prof. Sadi Irmak o zaman da genç ve parlak bir öğretim üyesidir. Anlatıyor:

“Atatürk bir gün Florya’daki bir toplantıda ‘Kalk bakalım tahtaya genç profesör’ dedi. Kara tahta başına vardığımda bana üç sözcük yazdırdı. “Su, tuz, deniz”. Şimdi bu üç sözcükle Türkçede, Fransızcada, Almancada kaç cümle yapılabilir? Aklıma gelen cümleleri sıralamaya başladım:

1- Denizin suyu tuzludur

2- Suyu denizin tuzludur

3- Tuzludur denizin suyu

4- Suyu tuzludur denizin

5- Denizin tuzludur suyu...”

Almanca ve Fransızcada bu üç sözcükle ancak iki üç cümle yapılabilmektedir. Atatürk bu durumun Türkçenin lehine mi aleyhine mi olduğunu sorar. Sadi Irmak bunun bir tür zenginlik olduğunu dile getirir. Sonradan yabancı uzmanlar da Türkçenin bu özelliği üzerinde durmuştur...

Haberin Devamı

CİNNET HALİ

PALAMUT

Bu yıl palamut bol… Karadeniz’den önce çingene palamudu sökün etti, ardından Sultan Palamut...

Kadıköy Çarşısı’nda bir arkadaşımızla yürüyoruz.

Bir manav “haydi akşam pazarı” diye bağırıyor...

Yanımdaki arkadaş:

- Bu aslında balıkçıların sloganıdır, diyor, Eskiden buzdolabı yoktu malum, balık bir iki gün kalırsa kokardı. O yüzden balıkçılar “haydi akşam pazarı“ çığlıklarıyla kalan malı yok fiyatına elden çıkarırdı.

Balık İstanbul’un savunmasında da etkin rol oynamıştır.

Nasıl mı?

İstanbul tarih boyunca Persler, Avarlar, Sasaniler, Araplar, Bulgarlar, Ruslar, Peçenekler tarafından kuşatılmış, o zamanlar sur dışından tarım ürünü ve hayvan giremez olmuş, Bizans halkı büyük ölçüde Haliç ve Marmara’da avlanan balık, midye, ıstakoz, ahtapot, kalamar gibi ürünlerle beslenmiştir... Yüz yıl önce İstanbul çevresinde 100’den fazla balık çeşidi sayılmıştır. Artık 5-10 çeşit ya var ya yok...

Haberin Devamı

KURTULUŞ

6 Ekim günü İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun 101’inci yıldönümü idi.

İstanbul’un kurtuluşunu Mustafa Kemal yönetiminde Anadolu’yu düşmandan temizleyen ordu ve Meclis sağladı...

1919 Mayıs’ında İstanbul’dan ayrılan Mustafa Kemal, 1927 yılına kadar 8 yıl İstanbul’a adımını atmadı. 1924 yılında Mudanya’dan Karadeniz’e giderken Boğaz’ı İstanbul’a uğramadan geçmesi tarihi bir olaydı.

Nedendi bunlar? Çünkü Atatürk işgalcilere direnmeyen, Padişah’tan yana tavır alan İstanbul halkına ve “Mütareke basını”na kırgındı. Ankara’nın inşa ve imarıyla meşgul olurken aynı zamanda başkent olarak belleklere kazınmasını istiyordu...

Gençliğinde İstanbul’da mutlu yıllar geçiren, şehri gönülden seven Atatürk’ün kendini 8 yıl boyunca fakir bir kasaba görünümündeki Ankara’ya hapsetmesi başlı başına fedakârlık örneğidir... 1927’de İstanbul ile barışacak, 1932 yılında kentin “Konstantiniyye” olan adını “İstanbul”  olarak değiştirecektir.