Mehmet Tez

Mehmet Tez

mehmet.tez@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

“Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi” adlı arşiv çalışmasını heyecanla ve keyifle sonunda okudum. Adnan Alper Demirci’nin insana yer yer akıl tutulması yaşatan bir detaycılıkla mümkün olduğu kadar yorumsuz ve tarafsız bir gözle aktardığı rock ile metal tarihimizi anlatan bu kitabın sayfalarını, müzikle ilgilenenler dışında yakın tarihe meraklı olanlar da mutlaka karıştırmalı.

‘Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi’ ve bir iki not

1980’lerden 2000’lere ve oradan da günümüze gelen bir gençlik; müzik, alternatif kültür gözlemciliği için sonsuz malzeme var bu kitapta. Konser salonlarının durumundan enstrümanların, amfilerin, konser ses sistemlerinin tedariğindeki imkânsızlıklara kadar pek çok konuda nereden nereye dedirten bir çalışma.

Haberin Devamı

1990’ların ilk yarısını müzisyen, diğer yarısını da dergici / gazeteci olarak geçirdim. Anlatılan mekânlar, olaylar, bu olaylarda yer alan kişiler, özetle bu dünya, benim bir parçasını iyi bildiğim, bir anlamda içinden geldiğim bir dünya. Heavy metal dinleme alışkanlığım 20’li yaşlarımın sonunda daha çok caz ve klasiğe evrildi ve biliyorum metalciler için bu kabul edilemez bir davranış. Bu da başka bir tartışma olarak şöyle kenarda dursun.

Böyle bir kitabın sayfaları arasında yazıya dökülmüş yalın gerçekleri görünce insan içinde yaşarken farkında olmadığı pek çok şeyi apaçık görebiliyor. Benim için hayli aydınlatıcı olan ve sonunda zaman bulup okuyabildiğim bu kitapta en çarpıcı bölüm seyirciler ve müzisyenlerin apayrı dünyalarda yaşadığı gerçeği.

‘Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi’ ve bir iki not

Bu ayrım daha 1980’lerin başında ilk rock ve metal konserlerinde ortaya çıkıyor. Kitapta verilen bilgilere göre 1983 yılında “Onyedi” dergisi Devil, E-5, Sekans, Whisky ve Ra gruplarına görüşlerini soruyor. Devil adına Sabahattin Taşdöğen, E-5 adına Akın Eldes, Sekans adına Gökalp Baykal, Whisky adına Kamil Özaydın, Ra adına Altan Üze konuşuyor.

Taşkınlıktan mustaripler

Müzisyenler genel olarak seyircinin şarkılar sırasında bağırıp çağırmasından taşkınlık yapmasından mustarip. Taşdöğen, seyircilerden parça sırasında değil, sonunda bağırmalarını istiyor. Bu şekilde beğenip beğenmediklerini daha iyi anlayacaklarını iddia ediyor. Çoğu müzisyen parça çalınırken seyircilerin sessizce ve pürdikkat dinlemelerini istiyor. Bu arada grupların heavy metal ve çeşitli sertliklerde rock yapan gruplar olduğunu hatırlatayım. Yani sahnedeki enerji patlamasının seyirciye sıçraması küçümsenerek ifade edilen bir şey. Seyirciyi ruhsuz değil, fazla ruhlu olduğu için eleştiriyor ilk metalciler.

Haberin Devamı

Bir ifadede “Dans istiyorlarsa diskoteklere gitsinler” diyor. Anlaşılmaz bir tepki. Akın Eldes rock’ın caz gibi sessizce dinlenmesi gereken bir müzik olduğunu savunarak ‘canhıraş feryatlar’ı hoş karşılamadığını ama sonda alkışlara itirazı olmayacağını belirtiyor.

Ra’dan Altan Üze, seyircilerini bilinçsizlikle suçlayarak “Bunlar rock konserlerini rahatlıkla çığlıklar atılabilecek, hesap vermeden şişe kırılabilecek bir ortam olarak görüyorlar. Sokakta giyemediklerini torba içinde getirip tuvalette giyinen, boynuna zincirler, iğneler takan gençler de gördük” diye konuşuyor. Ben burada şişe kırmak dışında ters bir şey göremiyorum doğrusu.

Haberin Devamı

Röportajda sadece Kamil Özaydın seyirciyi haklı buluyor. “Nasıl biz bu işe yeni başladıysak, seyirci de yeni başladı. Ben Türkiye’deki rock’çıları bir çocuk gibi görüyorum. Daha yürümeye başladıkları anda onlardan koşmaları isteniyor.”

Bu anlayışlı yorumda dahi seyircinin bir gün uslanacağı ve caz dinler gibi rock dinleyeceği düşüncesi ve temennisi gizli. Yani daha bilmiyorlar ama birlikte öğreniyoruz derken bile aslında olması gerekenin yani varılması gereken noktanın herkesin suspus, pürdikkat metal konseri izlemesi olduğu anlaşılıyor ki bunan daha absürt bir şey olamaz.

Anlaşılan o ki müzisyenler ve seyirciler farklı dünyaların insanı. Müzisyenler seyircilerini beğenmiyor. Seyirci de müzisyenlerden her zaman memnun değil. Konserlerde tepkilerini ve taleplerini devamlı ifade ediyorlar. Daha sert müzik istiyorlar.

Türkiye’de rock müziğin bu çatışma eksenine ilerleyen yıllarda bir de Rock Türkçe mi olmalı İngilizce mi tartışması eklendi. Ne kadar manasız bir tartışma bugünden bakıldığında. Ama müzisyenler arasında hatırı sayılır bir kitle İngilizce müzik yapılmasını savunuyor, rock standartlarının ancak bu şekilde yükseleceğini düşünüyordu. Türkçe müzikçiler de yerli olmayan bütün rock etkisini yok sayma niyetiyle toptan bir karşı çıkış içindeydiler. Duman gibi yerli-yabancı dengesi oturmuş karakterli yeni nesil gruplara daha vardı.

Bugünün alternatif müzik âleminde bu tip endişeler, sınırlamalar yok elbette ama acaba bu seyirci-müzisyen gerilimi tamamen bitmiş durumda mı? Bir ölçüde evet.

Türkçe Rap ve Rock kardeş mi?

Türk Rock’ı çok uzun zamandır gerileme ya da duraklama ya da kuluçka döneminde. Yeni ve orijinal bir şey pek çıkmıyor. Çıksa da kitlesel olamıyor. Çünkü artık sahneden gösterilen tepkiler yerini stream rakamlarına ve like’lara bıraktı. YouTube videosu altı yorumlar da olmasa kimsenin kimseden haberi olmayacak. Ki bu yorumların da ne kadar gerçek olduğu tartışmalı.

Bugün bu tip bir gerilimi sadece Türkçe Rap’te gözlemliyorum. Takım tutar gibi rapçi tutmak (rock ve metalde de bu durum böyledir) rapçilerin birbiriyle devamlı farklı kombinasyonlarında işler yapmasına tepkiler göstermek (rock ve metalde de böyledir) müzisyenleri farklı bir çizgide işler yaptıklarında yeniden ve bazen kabaca türün sınırları içine davet etmek (rock ve metalde de böyledir), artık sadece Türkçe Rap’te gözlemlenen bir alışkanlık.

Türkçe Rock ve Türkçe Rap sanıldığından daha fazla birbirine benziyor. Rock ve metal kitleleriyle meşhur Bakırköy, Avcılar, Kadıköy gibi semtlerin, Anadolu’da rock gruplarının dinleyici bulduğu şehirlerin bugün de rap müziğin temel dinleyici kitlelerini barındırması da şaşırtıcı değil. ‘80’lerin rock ve metal enerjisi bugün Türkçe Rap’te kendini gösteriyor. Türkçe Rap de Türkçe Rock’ın zamanında yaşadığı gibi bir zirve yaşıyor. Ardından ne geleceğini kimse bilmiyor.

Uzun lafın kısası: “Türkiye’de Ağır Müziğin Geçmişi”, ilgilendiğiniz müzik türü ne olursa olsun Türkiye’deki seyircileri ve müzisyenleri anlamak için okunması gereken bir eser olmuş. Bu vesileyle Adnan Alper Demirci’ye, kitabın yayına hazrılanmasında emeği geçenlere, sevgili dostlarımız, maalesef ikisini de kaybettiğimiz metal sahnesinin önemli karakterlerinden Çağlan Tekil’e ve kitabın ön sözünü de yazmış olan Tolga Akyıldız’a da teşekkür edelim, onları anmış olalım.

(Konuyu merak edenler ve arşive göz atmak isteyenler https://turkiyedeagirmuzigingecmisi.com sayfasını ziyaret edebilir.)