"Bu çok acıtacak!" BBC’nin yeni dizisinin adı (“This is Going to Hurt”). Başrolünde bizim ta “Parfüm/Parfume” filminden hatırladığımız Ben Whishaw var. Kitap uyarlaması olan dizi gerçek hayatta yaşanan olaylardan hareket ediyor.
Yazar, oyuncu, stand up’çı ve eski doktor Adam Kay’in kitabından uyarlanan dizi Britanya’nın ücretsiz devlet sağlık sistemi NHS’e bağlı (“en eyç es” diye okunuyor, Ulusal Sağlık Sistemi yani National Health System kelimelerinin baş harfleri) bir hastanede çalışan genç doktorun hayatının bir bölümüne odaklanıyor. Kadın doğum bölümünde geçen olaylar İngilizlerin çok gurur duyduğu NHS’te zor şartlarda çalışan doktorların durumunu gözler önüne sererken, benim aklıma tabii ki bizim hastanelerimiz ve doktorlarımız geldi.
Benzerlikler ve farklılıklar hemen göze çarpıyor. Kuzenim ve eşi doktor olduklarından biraz aşinayım doktorların yaşadıklarına. Onların hayatında bir dönem nöbetler, insani sınırları zorlayan çalışma saatleri, mecburi hizmette
Simbiatu Ajikawo, Nijerya asıllı annesinin yanında Kuzey Londra’da Islington’da doğup büyüdü. Burada Mary’s Youth Club adındaki gençlik merkezine devam ederken yeteneği keşfedildi. “Her şey burada başladı” diye anlatıyor. “Benim ikinci evimdi” diyor.
Burası çocuklarını çeşitli konularda gelişmeleri için lüks merkezlere gönderemeyen ailelere hizmet vermek için kurulmuş bir okul sonrası eğitim kurumu. Çocukları eğiten, onları aynı zamanda başarılı yetişkinlerle tanıştırıp onlara rol modelleri sunan, çocukların gelişimini şekillendiren yerler İngiltere’de önemli bir boşluğu dolduruyor. Parası olmayanları eğitiyor.
Ajikawo, müzik dünyasındaki adıyla Little Simz fakir bir aileden geliyor. Council House denilen belediyenin durumu olmayanlara tahsis ettiği evlerde oturmuşlar. Paraları olmadığından da Mary’s Youth Club onlar için en önemli eğitim kurumu ve yaşam alanı olmuş.
Little Simz geçen hafta aldığı ödül ve yaptığı konuşmayla gündemdeydi. Geçen pazartesi, Londra O2 Arena Brit Ödülleri’ne
Spoon’un “Lucifer On The Sofa”sı bu haftanın en heyecan verici albümü. Solist Britt Daniel konuğumdu
"Lucifer On The Sofa” katıksız bir rock albümü. Gitarların, davulun, basın başrolde olduğu bir performans albümü olarak kaydedilmiş. Bu heyecan verici, Britt’in deyimiyle eski usul rock’n roll albümü gözden kaçsın istemedim. Çok yerim yok. Britt’in ağzından madde madde aktarıyorum.
Son dönemde konuştuğum birçok gazeteci rock ve gitar müziğinin geri döndüğünden söz ediyor. “Ben görmedim daha ama, çok sevindim duyduğuma” dedim. Biz klasik bir rock albümü yapmak için yola çıktık ama o dönem rock geri falan dönmüyordu. Son yıllarda özellikle son 10 yılda diyelim, hip hop ve DJ müziği dışında müzik yapan gruplar için pek oksijen yoktu müzik dünyasında. Biz daha çok kendi içimizde bir önceki albüm dizisinden farklı hareket etme niyetindeydik. Daha az elektronik, daha az prodüksiyon daha az masa başı. Şarkıları yazıyor sonra
Yıllar önce “Touch” dizisindeki rolüyle ilgili olarak yaptığımız röportajda Kiefer Sutherland bana “Eskiden beyaz ve Amerikalı olmayan bir oyuncunun uluslararası çapta başarıya ulaşmasının ne kadar zor olduğunu, gelecekteyse yerelden çıkacak daha fazla oyuncunun bu şansa sahip olacağını söylemişti.” Kendisi her zaman avantajlı bölgede yer almış bir oyuncu için içtenlikle yapılmış bir açıklamaydı. Altyazı meselesini ilk o zaman düşünmüştüm. O hafta Madrid’de katıldığım bir diğer toplantıda İngilizce çekilmeyen, altyazılı yapımların giderek daha fazla izlendiğini grafiklerle göstermişlerdi.
2022’ye geldiğimizde bu öngörülerin doğru çıktığını görüyoruz. Gerek film, dizi dünyası, gerek müzikte yerelden çıkan isimlerin dünya çapında tanınması artık eskiye göre daha mümkün. Kolay demeyeceğim çünkü daha kat edilecek çok yol var. Ama eskiye göre büyük bir aşama bu. Kore’den çıkan pop dünyayı sarıyor, Afrika ve Latin dünyasında
Yurt dışında yaşamanın en kritik noktalarından biri çocuk okutmak. Çocuğunuz çok güzel bir okulda okuyabilir, çok faydalı şeyler öğrenebilir. Çok başarılı bir eğitim hayatı da olabilir. Ama kendi ülkesini, kültürünü ne kadar tanıyor, biliyor olacak? 500 milyarlık soru.
Yetişkin olarak yurt dışına yerleşmekte bu açıdan bir sorun yok. Ne simidin tadını ne rakıyı ne balığı unutma tehlikeniz var. Boğaz’ın büyülü akıntılarının birbiriyle kıvıl kıvıl oynaştığı sulara bakmanın yarattığı hayranlıkla karışık minnet duygusunu da vapurun düdüğünü de sabah çayının tadını, poğaçanın sıcaklığını, köpüklü sade kahveyi unutmuyor insan.
Çocuklarda durum farklı diye düşünürdüm. Gurbette büyüyen çocuklar (dramatik oldu biraz ama durumu anlatan ifade bu), acaba bunları ne kadar bilecek? Ne kadar anlayıp içselleştirecek? Bu sorularla birlikte şu da geliyor: Şart mı yani? Sırf annesi babası Türkiye’de doğdu büyüdü diye çocuğun da aynı yollardan mı geçmesi lazım? O da
R&B sahnesinde yeni bir isimle tanıştırayım. Kardelen'in "Ceketin Bende Kaldı" adlı ilk single'ı Universal Müzik Türkiye etiketiyle yayınlandı. Bu haftanın en hoş sürprizlerinden biri oldu benim için. Kardelen'in konservatuvar, opera geçmişi var. Hip hop ve R&B'ye olan ilgisi ve belli ki yeteneği var. Klasik eski usül funk tadında beat'ler üzerine Türkçe R&B çok uyumlu olmuş. Sıradaki şarkıyı şimdiden merak ettik.
Emir Taha'nın merakla beklediğim albümünden öncü bir şarkı bu hafta yayına verildi. "Kalp Çare Arar", Türkçe ve İngilizceyi birbirine başarıyla eklemleyen sözleri, armonisi ve ritimleriyle dikkat çekici. Emir Taha'nın yolunu çok doğru buluyorum. R&B ve alaturkayı birbirine yakıştırmayı başarıyor. Dünyada popüler müzik bugün her türlü yerel etkiye kapılarını sonuna kadar açmış durumda. Umarım bu kapıdan bizden de pek çok isim girmeyi başarabilir.
Red Hot Chili Peppers'ın John Frusciante’nin tekrar katılmasıyla orijinal ayarlarına dönen kadrosu ilk eserini bu hafta görücüye
Joe Rogan. Onu ve şovunu incelersek, son günlerde Spotify ile Neil Young arasında alevlenen ama aslında görünenden farklı boyutları olan meseleyi daha iyi anlayabiliriz belki. Rogan, Amerikalı eski bir dövüşçü. UMC (Ultimate Fighting Championship) şampiyonu. Sonradan komedyen, aktör, sunucu, televizyon starı olmuş. Bugün milyonlarca kişinin izlediği podcast’i “The Joe Rogan Experience” dünyada en fazla takip edilen podcast.
Rogan’ın alametifarikası, 2009 yılında, podcast bir medya formatı olarak daha emekleme aşamasındayken şovuna başlamış olması. Bu işin en eskilerinden ve formatı şekillendirenlerden biri. Bir podcast süper starı. Kendisine provokatör diyenler de az değil, çünkü provoke etmeyi seviyor.
Bir Demokratları destekliyor, bir Cumhuryetçileri. Gay haklarını da savunuyor, kişisel silahlanmayı da. Bernie Sanders’ı da destekliyor, öte yandan Trump’ın başarılı olmasını da istiyor. Nerede tartışma yaratacak bir şey varsa Rogan orada.
Ama Kovid meselesi bardağı taşıran damla oluyor. Nisan 2021’de Rogan, sağlıklı ve genç insanların Kovid-
Nerede olursanız olun, ne yaparsanız yapın, bugünlerde mevzu bir şekilde illa aşı karşıtlığı meselesine geliyor. İki hafta önce Djokovic konuşuyorduk, şimdi de Neil Young konuşuluyor. Tenisten müziğe savrulsak da konu aynı.
Djokovic, Avustralya Açık’a katılmak istiyor ama bunun için kurallara uyup aşı olmak istemiyordu. Aşı karşıtı olduğunu gizleyen biri değil. Konu eşelendikçe de daha beter yönleri çıktı dünya bir numarasının. Bosna soykırımcılarıyla enseye şaplak fotoğraflardan, komplocularla kankalığa ne ararsan varmış meğer Djokovic'te.
Geçenlerde BBC’nin “reality check” takımı (yani kurumun haberlerde yer alan gelişmelerdeki bilgilerin doğruluğunu araştıran teyit ekibi) Djokovic’in Avustralya mahkemelerine sunduğu test belgelerinin şaibeli olduğunu ortaya çıkardı. Sırbistan’dan alınan belgelerdeki seri numaraları ile testlerin yapıldığı ileri sürülen tarihler uyuşmuyormuş. Sırbistan resmi kurumlarına görüş için ulaşılmış ancak kapı duvarmış. Gerçek sorulara yanıt vermektense Djokovic ailesi ve özellikle baba Djokovic hala Sırbistan