PASAPORT polisi bir pasaportumdaki resme, bir yüzüme baktı.
- Bir sen eksiktin dedi...
Ne demek istediğini anlamadım. Bilmem kaç küsur yıllık gazetecilik hayatımda ilk kez beleş bir yurt dışı daveti yakalamışım, derin devletimin, yüzeysel polisi sanki bütün gazeteciler dünyayı fır fır dolaşırken sürekli olarak Ankara'ya gönderilen ben değilmişim gibi bana sitem ediyordu.
Bunun altında kalamazdım.
- Sen Derya Bey'in adamı mısın, dedim.
- Yok abi niye öyle olsun?
- Hiç, onun gibi konuşuyorsun da!..
- Yok abi dedi. Yavuz Donat, Selahattin Duman, Leyla Umar, Pınar Türenç hepsi burda da... Sen de şeysin... yani nasıl derler... Kem... Küm...
Bir daha da konuşmadı. Damgayı vurdu girdim içeri...
* * *
UÇAKTAYIZ... Nesli Çölgeçen ve Selahattin Duman, sohbet ediyoruz.
Uçakta bizim dışımızda bakanlar ve milletvekilleri var.
Sırayla yanımıza geliyorlar ve sanki sorumlusu bizmişiz gibi çeteleri, enflasyonu, rüşvet ve yolsuzlukları şikayet edip gidiyorlar.
Selahattin Abi'nin eleştirilerden boynu büküldü, şaraba ve aşka vurdu kendini.
Nesli Çölgeçen uyuyo numarasına yattı. Benim zaten memleket meselelerine aklım Tansu Hanım kadar eriyor. Lafı kaynattım...
Arkamızda oturan Balık Ayhan ve ekibine "Hadi babalar... Mevlüte mi geldik. Çıkarın gırnatayı biraz müzik dinleyelim" dedim.
"Bayıra karşı yatır beni, tırmala beni, kaşı beni" adlı ilk Türk oratoryosunu dinleye dinleye Lizbon'a vardık.
* * *
AKŞAM Expo - 98'in rıhtımına demirlemiş muhteşem Savarona yatında Berna Hanım'ın da katıldığı resepsiyon ve defiledeyiz...
Ata'nın ruhu için rakı ve beyaz lebleli arıyorum. Yok...
Deniz Som da homurdanıyor rakının yokluğuna.
Aşağıda birikmiş Portekizlilerin teknedeki ihtişama ve şıklığa yutkunmaktan bademcikleri şişiyor. Ben sanki gemi benimmiş gibi nazara gelmesin diye tahtalara vurmaktan helak oluyorum.
Gemide bir de defile var. Benim Naomi'yle olan aşkımı duydukları için yüzlerini siyaha boyamış Türk mankenleri garsonların tepsilerinin altından eğilip geçerek Türk motifli elbiseleri tanıtıyorlar. Ben Ata'nın gemisinin otel olmasını yadırgayarak dolaşırken geminin yeniden el değiştirdiğini ve dolar milyarderlerine değil yabancı devlet adamlarına hizmet vereceğini öğreniyorum. "İnşallah" diyorum.
* * *
ERTESİ gün Expo - 98'in her şeyi Fikret Karadeniz, bizi Türk pavyonuna götürüyor. Muhteşem... Her ülke salak sepet ürünlerini çivilere asmış sergilerken Türkiye pavyonunda birden British Museum'a girmiş gibi oluyorsunuz.
Metrelerce uzunluktaki saltanat kayığı arkasına yerleştirilmiş dev ekrandaki dalgaların arasında sanki sularda süzülüyor gibi.
Tavanda ışık oyunlarıyla yaratılmış kubbe olağanüstü.
Altı bin yıllık Anadolu medeniyeti, Hitit Güneşi, Bodrum angoraları muhteşem ışıklar altında sergilenmiş.
Nesli'nin bir kısmı su altında çekilmiş Türkiye belgeseli bir harika...
Hele duvar büyüklüğünde bir sancak var ki aklımı yedim. Bize barbar diyen Avrupalılar sancağın üstündeki Davut yıldızını, Hz. Ali kılıcını ve Hıristiyanlık haçını birbirine gösteriyor. Osmanlı İmparatorluğu'nu anlamaya çalışıyor.
Türkiye standından çıkıyorum ve iki milyon nüfuslu Lizbon'da bu standı neden bir milyon kişinin gezdiğini ve Almanya ve İspanya ile birlikte en iyi üç pavyondan biri seçildiğini daha iyi anlıyorum. SSK kapısında sıra için koşturan dedeleri unutup, Baliç Göteborg'a gol atmış kadar seviniyorum.
* * *
ERTESİ gün Avrupa'nın en batı ucuna götürüyorlar bizi.
Cabo da Roca'da (Roka Burnu gibi bişey) en batılı yazar ben oluyorum.
Akşam Fado dinlemeye niyetleniyoruz ama program birden değişiyor ve Lizbon'da Mehter marşı dinlerken buluyorum kendimi.
Ama olsun, Estergon kal'ası çalarken Amalia Rodrigez dinlemiş kadar hüzünleniyorum. Askerleri savaşta yüreklendirmek için çalıp söyleyen mehterin "Ben bir dertliyim" diye biten bu şarkıyı savaşta niye çaldığını merak etmekle geçiyor o gecem.
Gavurlar sözlerini bilmedikleri için çılgınca alkışlıyorlar, biz ise Lizbon'un "Pasha"sını arıyoruz gecenin bir vakti.
Nerdeeee? Zaten gitsek ne olacak? Portekiz'in en güzel kızı Cemalettin amcama benziyor. Nüfus acayip çirkin.
Selahattin Abi'yle ben, Antonyo Banderas ve Leonardo di Caprio gibi kalıyoruz Portekiz'de.
Uzun yıllarını birlikte geçirdikten sonra karılarını ve kocalarını beğenmeyen Türk aileleri, tatillerde hep buraya gelmeli diye düşünüyoruz.
* Karın deşen Jack'a verdiğim diplomatik kırmızı pasaport geri alınacak.
* Bir daha muhabir bulunurken dikkat edilecek. Cinayetlere ve pisliklere bulaşmamış temiz aile babası bir katille işbirliği yapılacak. Kasımpaşa canavarına verdiğim kırmızı pasaport geri alınacak.
* Kırmızı pasaport dağıttığım mafya düğünlerinden uzak durulacak. Eğer illa ki katılmak gerekiyorsa orkestranın solisti olarak katılınacak.
* Orkestra elemanlarına dağıttığım kırmızı pasaportlar geri alınacak.
Yazara E-Posta: g.mujde@milliyet.com.tr