Bugün Ramazan'ın ilk günü.Oruç tutanlarınkini Allah kabul etsin. Tutmayanlara da benimle birlikte cehennemde başarılar ve yanmaz giysiler diliyorum. Aslında ortaokulda okul müdürlerinin kararı ile zorla orucu bozulan bir öğrencinin nereden nereye geldiğinin acı örneklerinden biriyimdir ama bugün daha çok gösteri sanatlarımızın ramazanla olan münasebetini irdelemek istiyorum.Çocukluğumda en büyük keyfim radyodan bayram eğlence programlarını dinlemekti. Fehmi Ege Orkestrası'nın açılışını yaptığı bu bayram özel eğlence programlarında, programa çıkan ve ölmek üzere olan amcalar uzun uzun Şehzadebaşı'ndaki Ramazan eğlencelerini anlatırlardı. Sonra Cemile Cevher Çiçek bir türkü söyler, devlet sanatçısı olamayan Nurhan Damcıoğlu bir kanto patlatır, Nejat Uygur bir skeç oynar, kapanışı da Şecaattin Tanyerli tangoları ile yapardı. Ben en çok ölmek üzere olan o amcaları dinlerdim.
5 ve 7 yaşları arasında gece hayatına pek meraklı olmasam da Şehzadebaşı'nı öyle bir anlatırlardı ki orayı görmeye can atardım.
Bir pazar günü mahalleden arkadaşlarla Şehzadebaşı'nın yolunu tuttuk.
Direklerarası'ndan, tiyatrolardan, operalardan eser yoktu ama sağlı sollu sinemalar vardı. Biz Turan Sineması'na girdik. Louis de Funes'u seyrederken birden film kesildi. Aslında kesildiğini şurdan anladık.
Oyuncular birden Almanca konuşmaya başladılar, altyazılar Yunanca oldu, 10 dakika boyunca yatakta debelenen ve ne yaptıklarına anlam veremediğimiz insanları seyrettik (çocukluk işte) ve balkonda oturanlar aşağıda oturanların kafasına doğru mastürbasyon yaparak salonda büyük kargaşaya neden oldular.
Yer gösterici amcalar göz çukurları karanlıkta kalacak şekilde el fenerlerini yüzlerine tutarak güldüler ve biz küçük çocuklar oradan kaçtık.
Ertesi gün Turan Sineması'na gittiğimi duyan abim "Bir daha oraya gidersen bacaklarını kırarım senin," diyerek beni dövdü...İşte Ramazan gecelerinin vazgeçilmez mekanı Direklerarası ile ilgili benim tek anım bu oldu. Teravih namazlarından sonra erkeklerin kanto, operet, meddah gösterilerini izledikleri Direklerarası benim çocukluğumda açık bir otuzbir pazarına dönmüştü.
Ben buluğ çağındayken gece hayatı da televizyonun hayatımıza girmesiyle birlikte tarihe karıştı. Sonra aradan yıllar geçti.
Artık insanlar televizyon esaretinden kurtulup dışarı atıyorlar kendilerini.
Biz de ilerde bir televizyon programına çıkıp "Nerde o eski Ramazanlar Gani Bey? Biraz bize gençliğinizdeki Ramazan eğlencelerini anlatır mısınız?" dediklerinde anlatacak bir şeylerimiz olsun diye İstanbul'un yeni Direklerarası'sı "Etiler Nisbetiye Caddesi" üzerinde bir yerlere gittik geçen gün.
Şamata adlı pavyondan biraz daha hallice bir "eğlence" mekanında iki içkiye 24 milyon lira istenince gerçekten çok eğlendik. Nisbetiye Caddesi'nin gerçekten "Direklerarası" hatta "kazıklararası" olduğuna karar verdik. Aynı cadde üzerinde gece arabayı parketmenin bedeli ise 3 milyon liraydı.
Ve geçen hafta Nazım Alpman'ın güzel yazısında değindiği gibi "Gece hayatı ağır işçilikti ve bu tür mekanlarda eğlenenlerin çoğu ya Özel Tim'den ya da Emniyet'ten arkadaşlardı." Eh, onlardan hesap istenemeyeceğine göre kazayla içeri giren "ördeklerden" gecenin hasılatını toplamakta bir beis yoktu.
Bir - iki mekanda daha benzer hesapları ödeyince televizyonun en güzel eğlence aracı olduğuna karar verdim. Size de tavsiye ediyorum.
Ölmeye doğru "Nerede o eski Ramazanlar Gani Bey?" diye sorarlarsa "Valla ben bir şey görmedim," diyeceğim.