Pazar günlerini sevmem.
Pazar günlerini sevenleri hiç sevmem.
Sevmediğim bir şeyler daha vardır yeryüzünde.
Örneğin ben çarşamba günlerini ve profesyonel futbolu da sevmiyorum artık.
Mahalle aralarında toz toprak içinde ve zaman zaman caddeden geçen otomobiller ve tüpgaz kamyonları için oyuna ara verilen kan ter maçlar daha çok tat bırakıyor hafızamda.
Patlak bir topun ardında koşan sekiz veletin, iki taştan imal kaleye gol atma çabalarını, hatta "gol değil, boyu geçiyordu" veya "taşın üstünden geçti abi" mızıkçılıklarını seviyorum.
Vefa Stadı'nın toprak zemininde topla birlikte koşturan futbolcunun arkasından yükselen toz bulutu oluyorum zaman zaman, bazen de meşin bir yuvarlağa biniyor, Tozkoparan'daki boklu dereye uçuyorum.
Topu boklu dereden çıkarmak için maça on dakika ara veriliyor. Fırsat bu fırsat Ergün abiyle Behçet abi birbirlerine giriyorlar sahanın ortasında.Geçen gün futboldan söz açılınca memleketteki bütün popçulara klip çekip başımıza musallat ettikten sonra müzik ruhun gıdasıdır sözünün yalan olduğunu anlayan ve gerçek gıda işine giren Abdullah Oğuz, "Finlandiya maçını hep birlikte Le Cigare'da seyredicez, sen de gel," dedi.
"Mustafa Denizli, Hakan Şükür, Rüştü Rençber de olacak mı?" dedim.
"Salak salak konuşma, onlar oynayacak biz seyredeceğiz."
"Hayır hep birlikte dedin de acaba gel..."
"Çat..."
Bu kadar ısrar edilince gitmemek olmazdı tabii.
Le Cigare'a girince "hep birlikte"nin kelime anlamını da öğrenmiş olduk elbet.Kimler yoktu ki maç seyretmeye gelen: Mehmet Ali Erbil, Cem Özer, Esin Maraşlıoğlu, Beyaz, Demet Akbağ, Mustafa Altıoklar, Demet Sağıroğlu, Emel Müftüoğlu ve sürprizler...
Tam "burada bir Televole eksik" derken kameranın ışığı suratımda patladı.Televole Önder maçı seyretmeye çalışan cemaati sıkıştırıp beş dakikada bir "Maraba Televole" dedirtiyordu gördüğüm kadarı ile...
Cem Özer önüne ve arkasına astığı Esin'in dizaynı Türk bayrakları ile maç seyretmeye gelmiş birinden çok Viyana'yı fethe giden gecikmiş bir cengaver görüntüsündeydi.Duvara kocaman bir perde kurmuş Abdullah, maça bir numara olur da ara verilir diye çektiği kliplerden ve reklamlardan oluşan bir bant hazırlamış öylece bekliyor.Bu arada atmosfer harika ama perdede ses yok.
Spikerin yerine genel hoparlörden yükselen müziği dinliyoruz.
"Un brake my heart, say love me again"...
Finlandiya "heart"ımızı "brake"liyor bir kafa golüyle.
Türkiye: 0 Finlandiya: 1
Televizyonlarda saatlerce konuşup kafamızı ütüleyen talk showcular birden sus showculara dönüşüyorlar.
İlk yarı bitene kadar önümde ne kadar şarap varsa içip bitiriyorum.
Umutlarımızı ikinci yarıya saklayarak.İkinci yarı da aynı tas aynı Aristo başlıyor.
İkinci golü yiyip çöküyoruz.
Apo'nun garsonları içki yetiştirmekte zorlanıyorlar efkarlı kalabalığa.Kazara üç gol atıversek sokağa çıkıp gol diye bağıracak hal kalmıyor kimsede.Hami uzaktan çakıyor. Uzak ara umutlanıyoruz ama son dakika golü ile Titanikimiz buz dağına çarpıyor.
Maçın 96. dakikasında bile "biz dört tane atarız" bunlara diyerek umudunu kaybetmeyen Cem Özer bile hakemin bitiş düdüğü çaldığına inanmıyor.
"Faul verdi durun kalkmayın" dese de herkes ufak ufak ayaklanıyor.
DJ'in duruma uyanıp "Go go go aley aley aley" gazları ile ortam bir süre sonra yumuşuyor.
Her seçimde Erbakan'a oy veren unutkan vatandaşın bilinci çöküyor üzerimize.
Yediğimiz golü unutup oynamaya başlıyoruz, oynatmaya az malmış halimizle.Kimse kavga etmiyor, kimse kimsenin gırtlağını sıkmıyor maç sonrası.
Oysa Tozkoparan'da rakip takım gelip 3 - 1 yendi mi bizim mahalleyi, olay çıkardı.
Malzemecisinden başkanına kadar dayak atmadan göndermezlerdi kimseyi.
Misafire bir kusur ettik galiba denilirdi dayaksız gidenlerin ardından.
Profesyonel futbolda 3 - 1 yenilirsen 2 puanın gidiyor, amatör futbolda iki dişin.
"Bu yüzden amatör futbolu seviyorum" deyip alıyorum ceketimi.
Çıkarken Cem Özer bağırıyor arkamdan.
"Nereye daha ikinci yarı başlamadı."