SAYIN Genel Yayın Yönetmenim Derya Bey "Bana hemen istifanı gönder. Aydın Bey gazeteyi geri almazsa istifa edilecek" dediğinde "Naomi Hanım'a bir sorayım" demeseydim şimdi ne işim vardı Moskova'da?..
Ama olan oldu işte.
Derya Bey taktı bi kere... İşler durulur durulmaz odasına çağırdı, yüzüme bakmadan TEM karayolunu seyrederek "Moskova'ya gidiyorsun" dedi...
"Efendim, komünist olduğum yıllar çok geride kaldı. Şimdi sosyal demokrasiyi bile fazla radikal buluyorken ne işim var benim Moskova'da?" diye itiraz ettim TEM karayoluna bakarak.
Derya Bey gene TEM karayoluna bakarak yanıtladı.
"Salak salak konuşma. Apo'yu bulmaya gidiyorsun. Biletin hazır."
"Demek bana resmi bir görev veriliyor. Gidip Apo'yu bulucam, devletin resmi mercilerine haber vericem ve daha sonra aynı resmi mercilerle çete kurarak zengin olucam ha" diye TEM karayoluna bakarak mırıldandım.
"Yok daha neler" diye sözümü kesti Sayın Genel Yayın Yönetmenim. "Devlet senin gibi bir sersemi niye kullansın? Senden çete değil peçete bile olmaz. Çabuk şimdi git ve diğer gazetecilerden önce Apo'yu bul."
"Efendim o Apo şart mı? Bizim yönetmen Aptullah Oğuz var... Biz ona da kısaca Apo deriz. Onu bulup getireyim."
"Saçmalama evladım. Hadi halılarımın üstünü terket. Görmüyor musun işim var."
Odadan çıkarken Derya Bey TEM karayolundan geçen bir TIR kamyonunu seyre daldı. Kapıyı kapattım...
* * *
MOSKOVA'ya indiğimde hemen bir plan yaptım.
Birinci günü Rus dilberi Olga ile geçirecek, ikinci gün Tatyana ile birlikte şehrin önemli merkezleri ziyaret edilecek, üçüncü gün Luba ile Prestroika sonrası Rusya tartışılacak (yatakta), dördüncü gün otel resepsiyonuna Apo sorulacak "burda yok" cevabı alınacak ve geri dönülecek. (Dönerken Olga'ya bir daha uğranacak).
Fakat odama çıkarken resepsiyonistin "Sizden önce notunuz geldi Gani Bey" diyerek elime tutuşturduğu notla hayallerim suya düşmüştü.
"Olga'dan Tatyana'dan ve Luba'dan uzak dur. Apo'yu bulamazsan Dışişleri Bakanlığı ile konuşup Apo'dan önce senin iade edilmeni ve Konya'ya gönderilmeni sağlarım ona göre. İmza: Derya Sazak."
* * *
ÇARESİZ Apo'nun peşine düşülecekti.
Rusya hükümeti "Valla bize gelmedi. Hatta birkaç kez kapının zili çaldı. İndik baktık ama çocuklarmış" dediyse de çetelerden arta kalan birimleri ile işbaşında olan Türk istihbaratı Apo'nun Moskova'da olduğunu öne sürüyordu.
Abdullah Öcalan, Alaattin Çakıcı adına düzenlenmiş sahte bir kırmızı pasaportla Moskova'ya girmiş, 6 aylık peşin, 6 aylık depozito yatırarak (Kalorifer ve asansör masrafları hariç) Odintsovo'ya yerleşmişti.
Olga'ya pardon Metroya atladığım gibi Odintsovo kasabasına gittim.
Şirin bir kasabaydı Odintsovo.
Rusya'nın eski günlerinden kalma devlet ofisleri bulunuyordu bu kasabada.
Devlet kadın saç tokası imalat ve satış dairesi, devlet kalem açacağı geliştirme dairesi, devlet tozsuz debeşir daire, devlet otomobil kokusu imalat ve araştırma dairesi. Devlet kadınları çıplak gösteren gözlük ünitesi hep bu kasabadaydı.
* * *
APO'nun estetik yaptırmış olma ihtimali onu bulmamı zorlaştırıyordu.
Hatta Apo'nun hazır masaya yatmışken Süleyman Demirel'e benzetileceği ve savaşsız bir şekilde devletin tepesine oturmayı planladığı da bilinen gerçekler arasındaydı.
Tek problem dişlerdeydi. Hiçbir doktor Süleyman Bey'in ayrık ön dişlerini benzetme konusunda garanti veremiyordu.
* * *
KASABA esnafına Apo'yu sorduğumda hiç olumlu cevap alamadım. Hepsi para bozdurmak için girdiğimiz dükkanlarına girdiğimiz Türkiye esnafı gibi boynunu büküyordu bişey sorunca. Zaten İngilizce bilmiyorlardı. Bildikleri tek İngilizce sözcük "dolar"dı... Ona da dolarska diyorlardı.
Önce estetik yaptırmış olma ihtimaline karşılık parka oturdum.
Ayıklama yöntemi ile işe başladım. Geleni geçeni izliyor erkeklik organlarının yerini değiştire değiştire yürüyenlerin bizden olabileceklerini hesaba katarak not alıyordum.
Yere tükürenleri de deftere kaydettim.
Bu arada Apo'nun aşk öyküleri yazdığını duymuştum. Bu bir ipucu olabilirdi.
Hemen kırtasiyeciye gittim ve demirperde döneminden kalma 3 kiloluk demir kalemtıraşların satıldığı reyonda oyalanmaya başladım.
Biraz sonra kapıda göründü. Kasaya yaklaşıp "Aşk şiirleri yazabileceği pembe renkli kağıt" istediğini söyledi kasiyer kıza.
"Sensin, tanıdım seni" dedim. "Sen Apo'sun."
"Ben Apo değilim, şairim... Adım Cemalettin Tokmak, aşk şiirleri yazarım. Öykülerim vardır aşk üstüne. Buraya sürgün gönderildim" dedi.
"Hayır hayır, seni tanıdım. Kesinlikle sen o sun" dedim...
"O zaman benden günah gitti" deyip elini arka cebine attı. Silah çıkartacağını sanırken bir kağıt çıkartarak yazdığı son aşk şiirini okumaya başladı.
Üçüncü satırda yere düştüğümü hatırlıyorum.
Gözlerimi açtığımda Milliyet binasındaydım.
Derya Bey başımdaydı ve beni böyle tehlikeli bir göreve gönderdiği için pişman olduğu her halinden belliydi.
Çünkü benden iki saat sonra Apo'yu süt alırken tanıyan Hürriyet muhabiri Apo'nun yazdığı şiirin etkisiyle girdiği komadan hala çıkamamıştı.
BASIN sektörünün zaten bir kan değişikliğine ihtiyacı vardı efendim.
Bunu maaşlarımıza yüzde 400 zam yapacağınızı duyduğum için söylemiyorum elbet ama vallahi iyi oldu.
Bu arada gazetenin içindeki tepkilere de siz aldırmayın.
Basın meslek ilkeleri, temiz toplum arayışları hepsi hikaye efendim. Verirsiniz yüzde 400 zam kimse istifa mistifa etmez.
Ayrıca sizin kasetiniz gazetecilik yapmanıza engel değil ki!
Bakın İbrahim Tatlıses'in de kasetleri var ama İbrahim Bey İmparator gazetesini çıkartıyor. Bu arada gazetede herkes Aydın Bey'in gazeteyi geri alacağını sanıyor ama yanılıyorlar.
Daha çook beklerler... Ha ha ha ha...
Bu nedenle size gecikmiş bir hoşgeldiniz diyorum efendim.
* * *
YAZI işlerine acil acil acil acil not: Şimdi aldığım bir habere göre Aydın Bey gazeteyi geri almış. Türkiye'nin gündemini Reha Muhtar ve Hakan Aygün haberlerinden takip ettiğim için yeni haberim oldu. Aman diyim. Sakın az önce gönderdiğim hoşgeldiniz Sayın Yiğit başlıklı yazıyı baskıya vermeyin... Teşekkür ederim. Gani Müjde.
* Erol Evcil'in uçağına bir daha binilmeyecek. Komünist işi olmasına rağmen demiryolu tercih edilecek.
* Önce Gülben Ergen, arkasından Nesim Bey'in karısı. Ben Erol Evcil'i zeytinci biliyordum ama adam fındıkkıran çıktı yahu. Şu adam bir daha araştırılacak.
* Malki cinayetini soruşturup dosyayı rafa kaldırdığı için açığa alınan Bursa eski Emniyet Müdürü'nün ismi bir kenara yazılacak. Türkiye ileride onunla gurur duyabilir.
* Her faili meçhul olaydan sonra adım zikrediliyor. İsmim zorlaştırılacak. Mezmorintustumhet Ağardolabınkaraçevik güzel bir isim. Zort diye söyleyemesinler.
* Galatasaray'ın 3 - 0 yenildiği Rosenborg cinayeti gecesine de adım karışmış. "Sadece seyirci olarak maça gittim" açıklaması yapılacak.
Yazara E-Posta: G.Mujde@milliyet.com.tr